Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların sökülüp buranın da betonlaştırılmasına karşı çıkan gençlerin iki haftadır sürdürdüğü dirençli eylem, resmi ideolojiliye eklemlenmiş iktidarı ve taraftarlarını şaşırttı. (Hemen ekleyelim; biz hiç şaşırmadık.)

AKP’lilerin ve bürokratların, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın mutlak ve tek hakim olma hırsına, çaresizmişçesine boyun eğmesi sonucunda, iki gün önce (11 Haziran Salı) hemen herkesin kullandığı bir tanımla “Taksim Meydan Savaşı” yaşandı. Bu savaşın suçluları elbet bir gün bağımsız yargı önünde hesap vermelidir; demokrasinin sağlığı için…

İstanbul’da ve öteki şehirlerde daha önce ölen ve kalıcı biçimde sakatlananların dışında, Taksim Meydan Savaşında bir tek günün şu bilançosuna bakınız:  Travma geçiren 11 kişiden ikisinin durumu ağır. Yaralanan 15 kişi Şişli Etfal Hastanesine kaldırılıyor, başından ağır yaralı Evren Köse ameliyata alınıyor. Gazdan etkilenen bir yaşındaki Gülden Nur Filiz de ambulansla hastaneye götürülüyor. Gezi Parkında konuşlanan eylemcilerin oluşturduğu revirde doktorlar ve tıp öğrencileri tarafından tedavi edilenler de cabası…

Taksim Meydan Savaşı, çeşitli kesimler tarafından “milat” olarak kabul edildi. Neyin miladı olduğu henüz kesinlikle belli değil, her halde bunu tarih yazacaktır. Biz bu köşenin tabiatı gereği, şu bizim medyatik medyanın durumuna bir göz atalım.

 

OLAYLAR VE HABERCİLER

Öncelikle, olay yerinde nefes nefese koşuşturan, canları pahasına televizyonlarına haber yetiştiren muhabirleri kutlamak gerek. Gazeteciliğin omurgası olan muhabirliğin önemini ve onurunu bir kez daha kanıtladılar.

Bu arada, merkez stüdyodaki yönetimden kaynaklanan bir noktaya dikkat çekmek isteriz. Bazı kanallarda olaylar ve yorumlar tekrar tekrar veriliyor, ama bunun tekrar olduğu belirtilmediği için, yeni bir olaymış gibi izliyorsunuz. Üstelik şöyle gariplikler de oluyor. Muhabir gece karanlığında bir olayı anlatıyor; görüntüye bakıyorsunuz, günlük güneşlik. Bunu önlemenin yolları var. Uzun haber programlarında, haklı olarak kullanılan “Televizyonunu yeni açan izleyicilerimiz için tekrar edelim” söylemi durumu kurtarmaya yeter. Bazı yorum ve tartışma programlarının “tekrar” olup olmadığını belirten TV de var, belirtmeyen de… Belirtilmesi meslek kuralı gereğidir.

Haberci meslektaşlarımızın da olayı aktarırken saat söylemeleri, Taksim olayları nedeniyle, bir ihtiyaç olarak kendini gösterdi.

 

AH PATRONAJ AH!

Gelelim, gazeteler de dahil, şu bizim medyanın yayın politikalarına. Daha önce de çeşitli vesilelerle, değindiğimiz bu konuya, burada da bir kez daha şerh düşerek başlayalım: Elbet her yayın grubunun kendine göre yayın politikaları olacaktır. Basın ve ifade özgürlüğünün, çok sesliliğin, farklılıkların, demokrasinin vazgeçilmezleridir bunlar. Ammaaa…

Ama bunlar editoryal bağımsızlık çerçevesinde, yani yayıncının tercihi gereği olsa, buna fazla bir şey demeyiz. Dahası, patronun  “bağımsız” tercihi ya da müdahalesi olsa, bu dahi tartışma götürür.  “Ama medya-siyaset- ticaret” üçgeni içinde iktidara, hele hele Tayyip Erdoğan’a “eli mahkum” durumlar varsa, bu kabul edilemez. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendine yönelik eleştiriler karşısında “Dayatmaya eyvallah etmeyiz” deyişine nazire yaparcasına, biz de buna (meslek ilkeleri gereği) eyvallah diyemeyiz.

Bu arada Gezi Parkı eyleminin siyaset ve siyasetçilerle ilgisi ve ilişkisi olup olamadığı da medyanın iki kampında tartışılır oldu. Milliyet’in “Parkta siyaset istemiyoruz” manşeti bu örneklerden biri. Bu konuyu Fatih Polat dün (12 Haziran, Evrensel) etraflıca irdelediği için, biz tekrar değinmeyelim. Siyaset nedir ne değildir, politika nedir ne değildir, particilik / partizanlık nedir ne değildir gibi konulara ise hiç girmeyelim.

 

ZEKA ÜRÜNÜ SLOGANLAR

Taksim Gezi Parkı’nın gençleri (biyolojik yaşı değil, kafa yaşı) eylemin tarihine geçecek zeka ürünü sloganlar ve aforizmalar ürettiler, üretiyorlar, üretecekler. Yurt gazetesinde Şükrü Yavuz, bu sloganları derliyor. 11 Haziran tarihli yazısından birkaç sloganı paylaşalım:

Halka ‘koyun’ dediniz. Halk koydu.

Tayyip ne oldu, rengin soldu?

Hababam da olsak Gençliğe Hitabe’yi ezbere biliriz.

Rabbime sordum, direniş dedi.

Çapul kolekşın.

Isla bizi Toma, elle beni polis.

Cin Ali Çıldırdı, biber gazı istiyor

Burası demokratik bir ülke. Kendine saklamak şartıyla her şeyi düşünebilirsin.

 

BİR ŞİİR

DİZELERİMİZ, bu yılın “17. Altın Portakal Şiir Ödülü”nü kazanan Şükrü Erbaş’tan. “Yanılsamalar” şiirinden birkaç dizeyi Taksim Gezi Parkı’nın eylemcilerine armağan ediyoruz:

“Zeytinler çiçeklendi / Deniz kirpiklendi / Öyle bir geçti ki yoksulluğumuzdan / Canımız yapraklandı // Susmak iyileştirmiyor yarayı / Yeni yerlere varıyor eski sözler // kapıların kapanma saatleri / Eşik, gölge, kirpik- / Bir elini ötekinde ısıtıyor yalnızlık.” 

(Bağbozumu Şarkıları, Kırmızı Kedi Yayınevi)