1 Kasım Pazar günü sabahın erken saatinde vatandaşlık sorumluluğu çerçevesinde oyumu kullanıp geldikten sonra,  “bugün Pazar gel  sen bağ-bahçe ile uğraş ve şu gülleri bir güzel buda” diye emir verdim kendi kendime.

Budama testeresi ile bir daldım ki güllerin içine önüme gelen yaşlı dalları dibinden kesip attım.

Temizlendikçe açıldı gül ağaçlarını toprağı.

Gün yüzü gördü toprak.

Temizlendikçe nefes aldı.

Sanki gülümsedi arada bir “oh de” der gibi

Gün boyunca devam etti budama operasyonum.

Güllerin ardından sıra otlara ve diğer çiçeklere geldi.

“Durmak yok!” dedim.

Dediğimin ardında durarak sınırsız temizliği sürdürürken eğil kalk belim tutulmuş.

Ah ah eskiden böyle miydi?

Dağı taşı devirirdik  de yorulmak bilmezdik.

Gençlikte her şey bir başka.

Ya şimdi?

Vitesin ilerisini göremiyoruz kimi zaman.

Fıkralık hallerimiz olmuyor da değil hani.

Kestiklerim dalları kökleri yığdım bir kenara. Yığdıkça yığın oldu. Yığınlaştıkça yığınların arasında seçmeler yaptım ki, “işe yarayan ne var?” diye.

Amacım çelik yapmak.

Yaşlı bedenleri değerlendirip genç filizler yetiştireyim ki, yeni yeni güller üretelim.

Ne hoş bir duygu aslında.

Atmıyor ve değerlendiriyorsun.

Testereyi bırakıp budama makasını aldım elime.

Dip kısımlarını soydum ve makas ağzıyla çentikler attım ki, çabuk çil alsın.

Emeğime değdi.

Çoğalttıkça çoğalttığım çelikleri diktim saksılara veya taşla çevrili alanlara.

Ardından geldi sıra can suyuna.

Onsuz olmaz.

Can sularını da tamamlayınca doğruldum ki bizim bel gitmiş.

Cart curt edecek neredeyse.

Ağrı sızı içinde eve girebildim ki, sandıkların açılma saati yaklaşmış

Haydi bakalım seçim sonuçlarını almaya diye çarşıya indim.

 

Çarşı sessiz.

Suskun.

Her seçimdeki canlılık yok.

Bu arada arayıp tahmin soranlara, “MHP milletvekilini kaybedecek görüşleri var. Bu değerlendirmeler doğru çıkarsa AKP üç alır” dedim.

Kızanlar çok oldu bu yorumuma her zamanki gibi.

Tabi ki umut dolu olanlar böyle kendilerine ters gelen tahminleri kabullenemiyorlar.

Bu da doğal.

7 Haziran seçimlerini AKP ilçe binasında izlemiştim. 'Bu kez CHP’ye konuşlanayım' dedim ve bir kenara çöküp oturdum.

Parti binasında tanıdığımız çok. Konuştuğum ve görüş paylaşımı içinde bulunduğum herkes umutlarını korurken, ortadaki tek menü ise CHP’deki adaylara duyulan öfke ve tepkiydi.

Bir parti düşünün ve partililerin seçim günü bile adaylarla ilgili bir tek olumlu bir şey söylemediğini duyduğunuzda ne düşünürsünüz?

CHP işte bu.

Düşmana gerek yok.

Sürekli didişme ve sürükle birbirlerini yok etme hastalığı.

Orada ağız tadıyla 1 kasım seçimleriyle ilgili görüş ve tahminler ve son durumu izleme şansı kalmadı.

Çünkü…

Hep aynı terane.

 

İlk oylar gelmeye başlayınca durum anlaşıldı. Her seçimde de öyledir. Kent merkezi ve kırsaldan gelen ilk sandık sonuçları öyle devam eder.

Tahminim doğru çıkmıştı yine.

3-1-1 diyenler değil, MHP kaybederse (adaydan değil, Genel Başkanlarından dolayı) AKP üç çıkarır!..

Çıkardı da…

 

Az sonra CHP’de seçim sonuçlarını izlemek için düzenlenen salondan toplu kalkış ve gidişler oldu.

Moraller sıfır.

Yine bir seçim ve yine bir hüsran.

Aklıma sabah yaptığım bu gül budama çalışmam geldi.

Budamak.

Olmuyorsa olmuyor işte

Olmadığı kaç kez ortaya çıkıp da kanıtlandı.

Budama yok, toprak yaşlı, yeni enerji yüklenemiyor ve toplum da aynı dinazor ekibine güvenmiyor.

Bu kadar açık.

Net!..

O halde?

 

Gece bir televizyon kanalında yorumculardan biri “CHP ve MHP kapatılmalı. MHP’de gençler yeni bir parti kurmalı” dedi.

Kulak  kabarttım bu sözlere.

Bulunduğumuz ortam kalabalıktı sonraki sözlerini yakalayamadım yorumcunun.

Ama bu cümle bile yetti.

Halk yeni bir hareket ve kadro istiyor bu çok açık.

Ne CHP ne de MHP bu talebi karşılayamıyor ise çözüm ne?

 

Çözümün önünü tıkayanlar, yine pişkin pişkin “seçimden ders aldık” diyerek aynı oyuna devam edeceklerine göre; o zaman akla şu geliyor?

Bu oturan boğalar programlanan görevlerini mi yerine getiriyorlar?

Hangi hizmet hareketinin adamlarıdırlar?

 

Bu dönemde de halk “budama” kararı verdi.

Yine budanma olmayacak.

Yine kart dallar ve kökler temizlenmeyecek.

Yine toprak güneş alamayacak.

Ve yine her zamanki şarkı, “bitmeyen hüsranlar” söylenecek.

 

Durum bu…