Adam madenci.

Madenci de, çok eskilerden.

Ocaklarda falakanın, küfrün, baskının geçerli olduğu yıllarda.

İş güvenliği mi?

İşçi sağlığı mı?

O da ne?

O baskı ve işkencelerden kaçanların var ise eşinin, yok ise anasının karakollara atıldığı yıllardan söz ediyorum.

İnsanlık dışı her türlü davranışın geçerli olduğu o yıllarda madencinin biri İkinci Makasta’ki  bir çingene karısına (Tabi ki kadınına)  aşık oluyor.

Aşk da ne aşk!

Çingene karısı başını döndürüyor madencinin.

Elde yok, avuçta yok ama birlikte  yoklukların içinde sevgiyi paylaşıyorlar.

Yaşamların temeli “Allah ne verdi ise” o!

Günler günleri kovalıyor, yıllar da yılları.

Madenci ile Çingene karısının aşkı büyüyerek devleşirken, bu ilişkiyi alaya alanlar tabi ki başlıyorlar çen çen laf etmeye.

Çingene karısının ev bark derdi yok.

O madenciyi seviyor.

Madenci de O’nu!

Kime ne?

Bu büyük aşkın üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen  kömür ve taş tozu yutarak yaşamını sürdüren madenciye soruyorlar “Sen nasıl bir Çingene karısına aşık olur ve yoksulluk içinde birlikte yaşarsın” diye.

Madenci gülüyor ve anlatıyor.

“Ben” diyor “Evet Çingene karısına aşık oldum. O’nun evini evim bildim. Altta yok üstte yok kimi zaman sobada ateş yok  yine de ondan vazgeçmedim. Tabi ki o da benden vazgeçmedi. Sevgimizi el ele büyütüp köklendirdi” sözleriyle devam ediyor konuşmasına.

Son noktayı su ifadeleri ile ortaya koyuyor:

“Çingene karısı diye aşağılanan o kadın, kanaatkar. Açlığı  da, yokluğu da biliyor. Lüks  bir beklentisi yok. O’na sevgini ver yetiyor. Ve de benim maden ocağından geldiğimde yaşadığım tüm  sıkıntıları öyle bir alıyor ki inanamazsınız. Benim sevdiğim kadın bana bir tek gün ‘nerede kaldın’ demediği gibi, evime geldiğimde, belime yastık koyuyor. Ateşi ile ateşimi körüklüyor ve şu mesleğe rağmen uzun yaşamamı da her akşam karşıma geçip oynayarak moralini düzelterek sağlıyor. Siz hepiniz benim yaşadığım güzellikleri asla bilemez ve anlayamazsınız. Kadın dediğin benim karım gibi olur. Yani Çingene karısı gibi…”

Muzaffer Oruçoğlu’nun kaleme aldığı dört ciltlik “Grizu” kitabından ana haliyle alıntı olan bu yaşanmışlık, herkese ve hepimize  o kadar çok şey  söylüyor ki!

Toplumda, insanları  şu-bu diye dışlayanların dolandığı günümüzde, o madenci ile Çingene karısının aşkını kim ne kadar anlayabilir?

Alkışlayabilir!

Hatta, özenti içine girebilir?

Aşk; işte bu sevda denizinde yüzebilme şansını bulanların gözünü kör edebiliyor demek ki!