Bayram haberlerini okurken öyle içim yandı, öyle içim yandı ki.
Kıskandım.
Kıskançlığım sınır da tanımadı ki;  çatır çatır çatladım.
Nasıl kıskanmam?
Nasıl çatlamam ki?
O ilde, bu ilde, şu ilde gösteriler.
Keyifler.
Mutluluklar.
Hizmetler.
Kahkahalar.
Ne kadar mutlular.
Ne kadar da umutlular.
Ya biz?
Kös kös oturup durduk.
Belki de için için ağladık.
N’aptık biz n’aptık?
Emeğin Başkenti olarak bu ülkeye ne yaptık?
Şehitler verdik binlerce.
Kozlu’da, Karadon’da, Kandilli’de, Amasra ve Üzülmez’de.
Yetmedi.
Yurdumun dört bir yanına “vatan borcunu yapmak şereftir” diye gönderdiğimiz Mehmetçiklerimiz bile ay yıldızlı bayrağa sarılı olarak getirildiğinde sesimizi çıkarmayıp “Vatan sağ olsun” dedik.
Ağladık gözlerimizin yaşlarını içimize akıtarak.
Aynen maden ocaklarında olduğu gibi.
Şehitler, şehitler, şehitler bizim şehitlerimiz.
Hep verdik.
Hep verirken, Türkiye’ye yüreğimizi açtık.
İşsize iş verdik.
Aş verdik.
Ama.
Son yıllarda olduğu gibi bu bayram yine ağladık.
Bizi yine ağlattılar.
Hemen yanı başımızdaki Yığılca’nın bile bakanı var.
Bakan su yolu eyledi Yığılca’yı.
Ya bizim?
Bizim bakanımız yok ki?
Oysa, her hükümet döneminde Zonguldak’tan bir milletvekili bakan koltuğunu oturduğunda mutlanırdık.
Zonguldak’ın ekmeğini yiyip başka yerlere yumurtlasalar da, yine de sevinirdik o bakanlarla.
Onlar da gitti.
Şimdi kimse yok.
Hükümetler gelip gider ama bize bir tek bakanlığı bize neden vermezler?
Yolumuz yoktur.
Denizlerimiz boştur.
Demiryollarımız sökülür.
Tersaneler boşalır.
1962 de var olan ve 1992’de kapatılan havaalanımız için de umut yoktur.
Ortalarda da  kimse yoktur.
Bayramlar gelir,
Yıllar geçer,
O güneşin arkasından doğmasını beklediğimiz aydınlık bir türlü gelmez.
Sahi biz ne yaptık?
Biz bu ülkenin üvey evladı mıyız?
Nüfus kayıtlarımız T.C değil mi?
Ha T.C’yi de kaldırmışlardı değil mi?
Vah bize!
Ölmüşüz de haberimiz bile yok.