O kadar çok şey söyleniyor ki.

Rusya.

Amerika.

İran.

Emperyalizm.

Toprak bütünlüğü.

Komşu.

Afrin.

İdlip,

PKK-PDY.

İşid.

Savunma sistemleri.

İnsansız hava araçları.

Enerji.

Esad.

Türkmenler.

Türbe.

Kürt devleti.

İsrail.

Söyleniyor da, söyleniyor.

İyi güzel de bir de fakir aile çocukları var.

Ölüyorlar oralarda.

Şehit oluyorlar.

Ailelerinin evlerine ay yıldızlı Türk Bayrağımız asılıyor.

Valiler, komutanlar, kaymakamlar başsağlığı sırasına giriyorlar.

Acılı ana baba “vatan sağolsun” diyor usulca.

Haberler yer veriyor saniyeler arasına sıkıştırarak.

Bir gün.

İki gün.

Beş ve on gün derken, gündem değişiveriyor yine.

Tekrar kısır ve dar kavgalar.

Ekranda yine aynı isimler vırvır ülkeyi gürültüye boğarken, bunalttıkça bunaltıyorlar.

Bunalıyoruz!

Hava kursun gibi ağırlaştıkça, nefes almak zorlaşıyor.

Yine Mehmetçiklerin tabutları geliyor bayrak bayrak.

Film yeniden başlatılıyor.

Ağlayan gelin adayları.

Yetim kalan çocuklar, al yazmalı gelinler.

Türküler acı söylemekten kurtulamazken, her kafadan çıkan sesler bir türlü akort tutmuyor.

Kanı yerde kalmayacak!

Hesabını soracağız gibi, gibiler!

Acı düştüğü yeri/yerleri yakmayı sürdürürken değişen bir şey yok.

Siyasiler, ekran papağanları, medya, yandaş ve candaşlar birbirlerini döğüyorlar.

Vur ha vur!

Kimin sesi çok çıkar ise ülkem daha çok ağlıyor.

Sızım… sızım… sızım…

*

Mehmet, Mehmetim, Mehmetlerimiz.

Af edin bizi! Bizleri.

Sizi insan gibi yaşatamadık.

Hatta yaşatmayı bile hiç düşünemedik!

Yazık bize, bizlere!