İnce belini avuçlayınca, yaydığı  ısı ve mis gibi kokusunu içe çekip gözleri kapatmak vardı şimdi deniz kenarında.

Deli dalgalar da köpük tanelerine dönüşüp noktalar halinde vururken yüzüne, derin derin ne de güzel çekilir iyotun kokusu.

Bir de simit ve keşi ekledik mi bu keyfin demine.

Bizim lüküs hayatımız budur!

Bu!

Bizler deniz kenarında yaşama  şansını değerlendiriyoruz tabi ki, var olan olanaklarımızı kullanarak.

Bozhane,

Köseağzı,

Sahil,

Yalı boyunca.

Elbetteki milli içeceğimiz çayla.

Ve de  o bardakta.

İnce belli de.

İnce belini avuçlayarak içindeki tavşan kanı  çayı sindire sindire göndermek var ya içeriye.

Keyif!

Huzur!

Mutluluk!

Sonrasında kopunca günün olaylarından uzaklaşıp kaçarsın stresten. Beyni huzursuz eden tüm düşüncelerden koparsın.

Tatlı ve hoş bir ortamdır bunun adı.

Oh!

Çay bu çay!

Anamın ifadesi ile Moskof Çayı !

Çay muhabbetinin keyfini yaşar gibi  başka bir ortamda yüzerken, birden bire yeni gelen o haber çakıldı beynime.

Zam!

İnsanın tadını da ve tüm keyfini de kaçıran zam!

Ne itici.

Ne çok can sıkıcı.

Zam olayı çakınca dolaştım yakın marketleri.

Abi etiketlerin tümü değiştirilmiş ya anında.

Üzerlerindeki  yeni rakamlar bana  “kol” işaretli gözüktü.

Promosyonu da  kazık mı ne?

Vay ki vay vay!

Şimdi bu çayın tadı olur mu?

İncecik beline de sarılsan yine bardağı ısıtır mı?

Mis gibi kokusunu verir mi yine?

Offf !

Bir çayımız vardı…

O da gitti gider.

En iyisi eskiden olduğu gibi dağlara çıkmalı.

Bol bol ıhlamur toplayıp, odun sobasının üzerinde kaynatmalı ve içi boşaldıkça üzerine  su ekleyip kızarıncaya kadar beklemeli.

Sahi eskiden Moskof çayı mı vardı ya?

Yok!

Biz hep ıhlamur içerdik!

Limonunu da unutmayınca, şifa olurdu şifa.

Bundan böyle:

Moskof aut, ıhlamur in !