Son çirkin haber Aydın’dan geldi. Bu şehirde gazetecilik yapan E.A. ve M.A. isimli iki kardeşin bir kumpas düzenleyerek Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu hakkında valilik ve savcılığa sahte mektuplar gönderildiğinin haberiydi bu.

Belediye itfaiye personeli H.K’nın kimlik bilgilerini ele geçiren bu gazeteciler (!) gazetenin çalışanı Y.Ü aracılığı ile Valiliğe ve savcılığa mektuplar gönderiyor. Ve bu mektubun bir kopyası da bir televizyon kanalında okunuyor.

Filme bakar mısınız?

Ancak… Kimlik bilgileri ele geçirilen itfaiye personeli H:K’nın cep telefonuna PTT’den gelen bir bilgilendirme mesajı gelmez mi?

Hiçbir gönderisi olmayan itfaiye personeli PTT’ye gidip “Bu nedir? Ben bir şey göndermedim ve almadım ki” diye gelen mesajın gerekçesini sorar.

İyi ki sormuş soruşturmuş.

Araştıra-soruşturma derken, o postayı bir kadının gönderdiği belirleniyor. Yani, o kadın gazetenin çalışanı Y.Ü.

Hayda!

Olaya bakar mısınız?

Gazetecilik gibi çok saygın bir kurum olması gereken sektör ne hangi hallere düştü/düşürüldü ?!!

Gazetecilik ile kaztecilik birbirine karıştırıldığından bu yana ne çok irtifa kaybedildi.

Dip yaptı.

Ve kötü örnekleri o kadar çok ki.

Yayıldıkça yayılıyor.

Bu virüs leke.

Ayıp.

Terbiyesizlik.

Aydın’daki bu olay şimdi yargıda.

Umarım sorumluları en ağır cezayı alırlar.

*

Geçtiğimiz günlerde şehir dışından bir arkadaşımın iletişim fakültesi mezunu çocuğu aradı.

Gazete açmayı düşünüyormuş. Nasıl olur? Maliyeti ne çıkar? Tahmini bir bütçesi nedir? Resmi ilan kapasitesine var mıdır?

Dedim ki, “Sakın ha! Öncelikle resmi ilan işleri çoktan bitti. Bir kere onca yıl bekleyeceksin ilan almak için. Artık hastane ilaç alımları ve mahkeme ilanları bile yayımlanmıyor ki. Eskiden 5 ise bugün bir.”

Arkadaşım benim için çocuğuna ne anlattı ise mutluluk ifade eden sesi bir anda kırıklaştı. Şaşırmıştı çünkü. Baba dostunu aramış sağlıklı bilgi almak için ama daha ilk merhabasının ardından “sakın ha!” bombardımanına tutulmuştu.

Dost acı ve gerçeği söyler.

Kısaca anlattım.

Dedim ki, birincisi asla ve asla yazılı basının kapısından içeri girme. Yazılı basın dijital devrimin karşısında iflas etti bir, maliyeti şu an 5’e, kağıt-mürekkep satanlara göre 10’a katlanacak. Ayrıca yayımlanan gazetelerdeki tüm haberler internet haberciliği karşısında bayatlıyor. Yeni ve taze haberi yazılı basında sunmak çok ama çok zor. İlla ki, bu mesleğe giriş yapacak isen konuya dijital bak ve teknolojik gelişmelere göre bir rota çizmelisin kendine.

Sürdürdüm:

Bu ülkede haksız rekabete dur denmez tam aksine teşvik edilir. Bu konuda en büyük haksızlığı da ciddi yayın organları yaşamaktadır. Bu işin bir ciddiyeti kalmadı. Ne vergi daireleri ne de SSK’lar bu konuda denetim mekanizmasını çalıştırmıyorlar. Yaptıkları tek iş, kayıt altındakilerin ensesinde boza pişirmek. Ayrıca en başta da kamu görevlileri bu haksız rekabete göz yumarak su taşıyorlar.

Onca yıllık meslek yaşamıma dayalı gözlem ve birikimlerini sıraladım.

Kısaca “girme bu mesleğin kapısından” dedim ya!

Tüh bana.

Delikanlı bir gün “Ben de gazeteci” olacağım diye dirsek çürütsün ve sen de çıkıp “sakın ha!” de

Olacak iş mi?

Ancak gerçek bu.

Gerçekleri saklamaya kalkmak, bu yozluğu beslemek değil midir?

Ha şu vardır; bir gün bu ülkede tüm seçilmişler (!) genel başkanların ve genel merkezlerin dayatması ve baskısı ile belirlenmez ise o zaman yaşanacak gerçek demokratik ortamda, her türlü kirlenme ile tam mücadele edilir ve gazetecilik de olması gereken saygınlığını yeniden elde eder.