Kitabı genellikle internetten alırım. Üye olduğum sitelerde belli rakamı bulunca kargo bedava oluyor. Bir zarfın 23 liraya gönderildiği kargo ücretleri bir kitap parası yapıyor. Bu nedenle ilgimi çeken veya önerilen kitapları sepete atarım. Kargo bedelini ödemeyeceğim rakama gelir ve kredi kartı hesap kesimini de yeni atlatmışsam siparişimi genellikle de taksitli yaparım. Sanırım bir çok kitapsever de böyle yapıyor.

Barışların “Cendere” kitabını sepete atmak için siteyi açtığımda, önerilen kitaplara göz atarken, ismini yeni duyduğum bu kitabı bir psikiyatr yazmış. Tanıtım anonsları çok dikkatimi çekti.

Şöyle diyordu:

“Kendini peygamber ilan eden bir doktor...

Çok temiz olmak uğruna evlerini "çöp apartman" haline getiren üç kız kardeş...

Kendini bildiği günden beri, babası başta olmak üzere, çevresindeki bütün erkeklerden dayak yiyen genç bir kadın...

Ağır ceza reisi bir babanın "fahişelik" mesleğini seçen kızı...

Radyo ve televizyonlardaki bütün şarkıların kendisi için çalındığını zanneden genç bir devlet memuresi...

Dünyaya kız olarak gelen ancak kendini erkek hisseden bir transseksüel...

Doktorunu intihar etmekle tehdit eden bir öğrenci...

Ölümcül bir hastalığa yakalanmış genç bir bankacı...”

Hop sepete!

Kargo gelince ilk okumaya başladığım da bu kitap oldu.

İlk sayfalarından itibaren beni içini çeken ve adeta elime yapışan bu kitabın adı Madalyonun içi’ydi.

Gülseren Budayıcıoğlu’nun kaleme aldığı kitabı okuduktan sonra eşimle tartışırken, kitabın dizi olduğunu da öğrendim. Ben kanallarda dizi izlemem. O yarım saatlik reklamlar bezdiriyor ve kapatıp gidiyorsun.

Konular ve okuyucuya anlatımı muhteşem.

Herkes okumalı.

Anlamalı ki, kimseye deli muamelesi çekilmesin.

Kitabın yarattığı etkinin heyecanı ile eski dizileri reklamsız izlemeye başladım.

Bir baş yapıt.

Dizinin içeriğinden daha önce bana “baş yapıt^ dedirten, her bölümün girişindeki şiddete hayır diyen sözler.

Bakınız bu sözler şu anda şiddete karşı yapılan sözleri de düzeltiyor.

Şiddetin cinsiyeti olmaz ki.

Okuyalım mı:

Şiddet, çocuklukta öğrenilen ve daha sonra otomatik bir tepki haline gelen, artık insanoğluna hiç yakışmayan vahşi ve ilkel bir davranış biçimidir. Verilen ağır cezalar bugüne kadar şiddeti dünyanın hiçbir yerinde durduramadı. Çünkü şiddet köklerini çocukluktan alır. En sık uygulanan biçimi ise psikolojik şiddet dediğimiz, çocuğun en yakınlarını tarafından aşağılanması, hor görülmesi, değersizleştirilmesi ve daha da önemlisi sevilmemesidir. Çocukken aldığımız yaraların sonraki hayatımızda bizi nerelere götürdüğünü izlerken biraz hüzünlensek de, şiddeti kökünden kurutmak üzere yola çıkalım ve hep birlikte şiddetin her türlüsüne “dur” diyelim.”

İşte olay budur!

Şiddet bir hastalıktır ve uzmanlara göre bulaşıcılığı da çocukluktan başlar.

*

Bir de kafama takılan şu var ki:

Cinnet!

Biri niye ve nasıl cinnet geçirir?

Sebepleri nedir?

Ve şiddet konuşulurken neden tartışılmaz?