Eleştirmek ne de kolay.

Ben de öyle yapayım mı?

Yaptım bile!

Hani bizim Zonguldak’tan “Milletvekili” seçilenler var.

Biliyor musunuz isimlerini.

Hah onlar işte.

Milletin vekili değil de, genel başkanların vekilleri olunca herşey farklı oluyor.

Napsınlar!

Türkiye böyle.

Sistem “atamalı seçim sistemi” olunca, kimin umurunda olur ki millet!

Yani diyeceğim o ki, etiketinde “Zonguldak” yazan ve düğün derneğini İstanbuh’da yapan Deniz Yavuzyılmaz Avrasya tüneli hakkında konuştu.

Dinledim.

Dinlerken de dedim ki kendi kendime.

Ya, Zonguldak’ın dertleri bitti mi?

Çözdüler mi?

Ve de İstanbul’da milletvekili mi kalmadı?

Allah Allah!

Bu bölgeden 7 bin işçi işsiz kaldı.

İşte orada tersaneler.

Gerisini demeyeyim ben.

Çünkü…

Halkçı demekle halkçı olunmuyor.

Bir gardrop halkçısı var.

Bir Burjuva halkçısı var.

Bir dümenimi sürdürürük halkçısı var.

Bir de gerçekten halka dokunan, halk ile bütünleşerek birlikte nefes almaya çalışanlar var.

Deniz bey anlaşıldı ki, bir sonraki seçimde İstanbul’dan köşe kapmaya çalışıyor ki, tribüne oralarda çıkıyor.

Hayırlı olsun.

Ne demiş Mevlana.

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!

*

4 Ocak 1991.

30 Kasım 1990’da başlayıp, 4 ocak sabahı Ankara’ya çay içmeye giden madenciler ile beraberdim.

Bu süreç içinde o kadar çok şey yaşadım ve gördüm ki.

Yine merhum Suat Eser gelecek aklıma.

Madenci grevi sonrasında o dönem çalıştığım Ereğli Memleket Gazetesi’nde “Mengen’den geliyorum” başlıklı dizi yazım için takılmış “Madenciler çoktan geldi Mengen’den ama sen gelemedin” demişti.

Evet madenciler gelmişti.

Ama oraya madenciler ile birlikte Ereğli’den tek gazeteci de bendim.

Yaşamak farklı.

O yolları yürümek ve geceleyin sandalye üzerinde sabahlamak.

İyi ki gitmiş ve yaşamışım o anları.

Efsane Başkan Şemsi Denizer’in madencilere hitap ederken “Canlarım” diye seslenişi halen daha kulaklarımda.

Yiğit madenciler destan yazmıştı.

Bir tek kişinin de burnu kanamadan.