Kandilli sevdasının bitmek bilmez aşkıyla şehir dışından düşüncelerini Gazeteniz Önder’e gönderen Selçuk Özen, “Kandilli’de Bayramlar” yazısının ardından bu kez Atatürk’e olan bağlılığı ile seslendi okurlarına.

10 KASIMDA ATATÜRKÜ ANLAMAK

Her yıl sirenler çalar, herkes durur. Fakat aslında durduğumuz şey zaman değil; kalbimizde sakladığımız bir sessizliktir. 10 Kasım, bir kaybın değil, bir özlemin; bir bitişin değil, tamamlanmamış bir hikâyenin günüdür. Ve bu hikâyenin en az konuşulan, en acı, en gerçek kısımları hâlâ karanlıktadır.

1. Atatürk’ün Kendi Ömrünü Bile Bilerek Tükettiği Gerçeği

Bugün çok az kişi, Atatürk’ün ölümün gölgesinde yaşadığını konuşur.

Cephelerde aldığı yaralar, geçirdiği hastalıklar, savaş koşullarının yarattığı kalp ve karaciğer tahribatı…

O ise bu bedeli bilerek, bilerek harcadı kendini.

Çünkü bir millet ayağa kalkmadan kendisinin dinlenmeye hakkı olmadığını düşünüyordu.

Gece üçte yanına çağrılan bakanların, “Paşam biraz dinlenin” demesine verdiği kısa cevap, aslında bütün gerçeği anlatır:

“Dinlenecek zaman değil.”

10 Kasım’da sadece bir lideri değil, ömrünü bile bize feda etmiş bir insanı anıyoruz.

Bu, en az yazılan ama en çok hissedilen gerçektir.

2. Kimsesizlerin Kimsesizliği: Çocuklar İçin Sessiz Mücadelesi

Çoğu insan bilmez: Atatürk’ün en çok dert ettiği mesele yetim çocuklardı.

Savaşın ardından Anadolu’da kimsesizlik, açlık, korunmasızlık…

Bunları gördüğünde söylediği cümle çok az yerde geçer:

“Devlet çocuklara bakamayacaksa, gelecek zaten yok demektir.”

Kendi çocuğu yoktu, ama bütün kimsesizlerin babası oldu.

Himaye-i Etfal Cemiyeti’ne verdiği destek, çocuk rehabilitasyon merkezlerine yaptığı ziyaretler, köy okulları için kurduğu fonlar…

Onun “çocuk” hassasiyeti, Türkiye’de 10 Kasım yazılarında neredeyse hiç anlatılmaz.

3. Kimsenin Anlatmadığı Gece: 9 Kasım’ın Sessizliği

Atatürk, son gecesinde artık konuşamayacak kadar yorgundu.

Yaverleri ve doktorları başucundaydı.

Onun nefesi ağırlaştıkça, Dolmabahçe’nin içindeki sessizlik büyüdü.

Ama o odada kimsenin bilmediği bir şey vardı:

Atatürk, son nefesine kadar ülkenin geleceğini düşünüyordu.

Yaver Salih Bozok’un içinden geçirdiği cümle yıllar sonra ortaya çıkacaktı:

“Bize bir ülke bıraktı, fakat kendi yorgunluğunu kimseye yüklemedi.”

10 Kasım’ın en acı tarafı budur.

Bir millet ayağa kalktı,

ama onu kaldıran adam yalnız kaldı.

4. En Az Konuşulan Yara: Dost Kaybı ve Yalnızlık

Atatürk’ün hayatındaki en büyük acılardan biri, yakın arkadaşlarını birer birer kaybetmesiydi:

Ali Fuat Cebesoy ile fikir ayrılığı,

Kazım Karabekir’le yolların kapanması,

İsmet İnönü ile giderek büyüyen mesafe,

Fevzi Çakmak’ın sert çekinceleri…

Kurtuluş’un o büyük omuz omuza yürüyen kadrosu zamanla dağıldı.

Bu kopuşlar onu öyle yaraladı ki çevresindekiler “Paşa eskisi gibi gülmüyor” diye not düşmüştü.

10 Kasım yalnızlığın da tarihidir.

Ömrünü bir millet için veren bir adamın, hayatta en çok sevdiği insanları birer birer kaybetmesinin acısıdır.

5. Geceleri Gizlice Okuduğu Mektuplar

Atatürk, geceleri yalnız kaldığında halktan gelen mektupları okurdu.

İçlerinde gariban köylülerin, “Paşam bize yol lazım” diyen gençlerin, “Kocam şehit oldu evim yok” diyen anaların satırları vardı.

Bu mektuplar arasında bir tanesi onu günlerce etkilemişti:

Bir kız çocuğu şöyle yazıyordu:

“Paşam ben okuyabilirsem annem karanlıkta kalmaz.”

İşte köy enstitülerinin özünü yaratan şey bu cümlelerdi.

Bugün Türkiye’nin eğitim tartışmalarında bu duygusal bağ neredeyse hiç anlatılmaz.

6. Atatürk’ün Aslında Hiç Söylemediği Ama Kalbinde Taşıdığı Cümle: “Ben Gittikten Sonra…”

O hiçbir zaman “Ben öldükten sonra…” diye başlayan sözler söylemedi.

Ama onu iyi tanıyanlar biliyordu:

En büyük korkusu, ülkenin yeniden eski düzenlere teslim olmasıydı.

Aşiret düzeni, tarikat baskıları, ağalık sistemi, çıkar ağları…

Bunların gölge gibi geri dönmesinden endişe ediyordu.

Bugüne bakınca bu endişenin ne kadar yerinde olduğunu anlamak kolaydır.

Bu da 10 Kasım’ın en derin yüzleşmesidir.

7. Bir Milletin Atasına Borcu: Onu Anlamak Değil, Hissetmek

Atatürk’ün büyüklüğü sadece yaptıklarında değil, hissettirdiklerindedir:

Cesaret…

Yalnızlık…

Fedakârlık…

Sonsuz sorumluluk…

8. Kesin kaynaklı, önemli söz: Geleceği görmesi

Sovyetlerin dağılması öngörüsü olarak sık anılan ifade:

“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur… Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Rusya, bir gün dağılabilir. O zaman Türkiye, dilde, kültürde bir olan kardeşlerine sahip çıkmaya hazır olmalıdır.”

(Kaynak: 1930’lar, Atatürk’ün yakın çevresinin aktardığı notlar.)

9.Atatürk’ün “dinsizlikle” suçlanması üzerine

Atatürk, inkılapların çoğunu din karşıtlığı amacıyla değil, devlet işlerinin din kurallarına değil hukuka göre yürütülmesi için yapmıştır. Bu ayrım, dönemin muhafazakâr çevrelerinde zaman zaman “dinsizlik” şeklinde yorumlanmıştır. Tarihsel belgeler incelendiğinde:

1. Atatürk’ün din anlayışı devlet–din ayrımı üzerine kuruludur.

1927’de söylediği şu söz temel çerçeveyi verir:

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir.”

Bu yaklaşım din karşıtlığı değil, din özgürlüğüdür.

Merzifon'da basınçlı sulama tesisi hizmete açıldı
Merzifon'da basınçlı sulama tesisi hizmete açıldı
İçeriği Görüntüle

2. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bizzat kurmuştur (1924).

Bu kurumun amacı din hizmetlerini devlet içinde düzenlemek, istismarı ve sahte fetvaları engellemektir.

Eğer amacı “dinsizlik” olsaydı, böyle kurumsal bir yapı kurmazdı.

3. Camilerin kapatıldığı iddiası gerçek değildir.

Cumhuriyet’in ilk 10 yılında tamir edilen cami sayısı, Osmanlı’nın son 40 yılından fazladır.

(Diyanet arşivleri, Vakıflar kayıtları.)

4. Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesini bizzat istemiştir.

Amaç, halkın dinini aracısız şekilde anlayabilmesidir. Bu uygulama, dini yasaklamak değil, bilgilendirmek içindir.

5. Dönemin gerici çevrelerinin politik saldırısı

Hilafet kaldırıldıktan sonra bazı tarikatlar siyasal güç kaybetti. Bu çevreler, karşı propaganda aracı olarak “dinsizlik” suçlamasını kullandı.

Atatürk bunu Nutuk’ta açıkça dile getirir:

“Yaptığımız işlere karşı koyamayanlar, milletin zihnini bulandırmak için bizi dinsizlikle suçladılar.”

6. Atatürk’ün kişisel inanç ifadeleri

“Camiler kutsal yerlerdir.”

“Bizim dinimiz akla uygundur, eksiksiz ve son dindir.”

Gibi çok sayıda açık beyanı vardır. Bunlar ateist veya din karşıtı bir profil çıkarmamaktadır.

10 Kasım, bu duyguların hepsini içinde taşır.

Biz siren sesinde yalnızca yas tutmayız;

Biz o seste bir adama yüklediğimiz borcu duyarız.

Bu borç bir törenle ödenmez.

Bu borç, onun hayal ettiği ülkeye gidebilme cesaretiyle ödenir.

SON SÖZ

Atatürk’ü anlamak kolaydır, ama onu hissetmek başka bir kalp ister.

10 Kasım, işte o kalbin günüdür.

Bir milletin başını kaldırıp, “Sözünü unutmadık Paşam” deme günüdür.

Rahat uyu Atam.

Seni anlıyoruz, seni hissediyoruz, seni kaybetmedik.

D.SELÇUK ÖZEN / Ankara 2025

**

Selçuk’un iletisinin giriş bölümü de şöyleydi:

Değerli kardeşim Eyüp

Emeklilikte çok kitap okumaya başladım.

Bir senedir Atatürk’le ilgili araştırmalar yaptım aşağıdaki yazıyı hazırladım.

Suriye ve Irakta çalıştım oraları görünce M. Kemal’i daha iyi bizi Orta Doğululuktan nasıl kurtardığını anlama fırsatı buldum bu yazıyı 10 Kasımda yayınlarsanız kendi adıma azda olsa görevimi yaptım sayarım.

Saygılarımla

Sağlıcakla kalınız

Faydalandığım kaynaklar

– Dr. Nihat Reşat Belger’in rapor ve anıları

– Yaveri Salih Bozok’un hatıratı

– Dolmabahçe Sarayı’ndaki doktor notları

– TBMM 1921 ve 1922 çocuk koruma tutanakları

Bu belgeler Atatürk’ün çocuk koruma konusundaki hassasiyetinin temel kaynaklarıdır.

Atatürk’ün yakın arkadaşlarıyla yaşadığı kırılmalar

– Kazım Karabekir Paşa’nın hatıraları

– Ali Fuat Cebesoy…

Muhabir: EMRE ÇİFTÇİ