Eğitim Sen Çaycuma Temsilciliğinin çağrısıyla Cumhuriyet Meydanında yapılan basın açıklamasına kadınların yanı sıra Çaycuma CHP İlçe Başkanı Fahri Diler, CHP Çaycuma Kadın Kolları Başkanı Çiler Başoğlu, Çaycuma Çevre Gönüllüleri Sözcüsü Züleyha Nur, ADD Çaycuma Şube Başkanı Ercan Başar ve Karaelmas Abhaz Kültür Derneği Başkanı Aydın Vardan katıldı.

"Susmuyoruz, korkmuyoruz, itiat etmiyoruz; Eşit işe eşit ücret; Susma haykır, şiddete hayır; Kadın erkek birlikte, şiddete hayır de; İstanbul Sözleşmesi yaşatır" sloganlarının atıldığı basın açıklamasında konuşan Eğitim Sen Çaycuma Temsilciliği Kadın Sekreteri Hatice Dilek, geçtiğimiz ekim ayında Çaycuma’da 43 yaşındaki Gönül Karakök’ün Çaycuma’da kayınpederi tarafından katledildiğini hatırlatarak, “Yine Çaycuma’da 16 yaşındaki Hasret Akkuzu'nun cansız bedeninin bir su kuyusunda bulunmasının ardından, iki ayrı 16 yaşındaki kız çocuğunun hastaneye başvurup doğum yapması ülkemizdeki en derin toplumsal yaralardan birini yeniden gün yüzüne çıkarmıştır. Yaşanan bu olaylar sadece bireysel bir trajedi değil; ülkemizde eğitimden sosyal politikaya, çocuk koruma sisteminden toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar her alanda içten içe çürüyen ve çöken bir toplumsal ve siyasal düzenin sonucudur. Üç kız çocuğu da son dönemde benzer biçimde yaşamını yitiren, istismara maruz kalan, çocuk yaşta doğum yapan diğer kız çocukları gibi örgün eğitim dışında kalmış, açık lise öğrencisidir.” dedi.

Hatice Dilek açıklamasında şunları söyledi:

“25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde Mirabal Kardeşler diktatörlüğe karşı mücadele yürüttükleri için katledildi. 25 Kasım, onların anısına Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü ilan edildi. Mirabal kardeşlerin kararlılığını, direncini, mücadelesini bugüne taşıyoruz. ’Şiddetsiz, eşit özgür bir yaşam için mücadelede kararlıyız!’ diyoruz.

Bu 25 Kasım’a, siyasal iktidarın toplumu sermayenin ihtiyaçlarına göre dizayn eden, ucuz ve güvencesiz işgücünü kalıcı hale getiren politikalarının en ağır sonuçlarından biriyle, Kocaeli Dilovası’ndaki katliamla giriyoruz. İkisi çocuk yaşta olmak üzere altı kadının hayatını kaybettiği bu katliamda yaşamını yitirenleri saygıyla anıyor, ailelerine ve dostlarına sabır diliyoruz. Ne kaza, ne kader, ne fıtrat. Tüm iş cinayetlerinde olduğu gibi, Dilovası’ndaki katliamın sorumlusu emekçilerin güvenli ve güvenceli yaşama hakkını hiçe sayan düzendir. Bizler bu çürümenin sürdürülmesine razı değiliz. Bu düzenin değişmesini, iş cinayetlerine neden olan güvencesiz, kayıt dışı istihdamın son bulmasını ve tüm sorumluların hesap vermesini istiyoruz.

Birçok kadın istihdama erişemiyor. İstihdama erişebilenler de evlerinde, sokaklarda, işyerlerinde, yaşamın her alanında şiddetle ve tacizle karşı karşıya bırakılıyor: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı 2002’de yüzde 25 olan kadın istihdam oranının bu yıl %32’e çıktığını müjdeliyor. Kadınların istihdama katılımı arttı diye açıklamalar yapıyor Bakan. DİSK AR verilerine göre ise kadın işsizliği yüzde 39,4. Yani kadınlar işsiz ve istihdama erişemiyor. İstihdama erişebilenlerin ne kadarının güvencesiz, esnek, yarı zamanlı ve düşük ücretli işlerde istihdam edildiğiyse açıklanmıyor.

Özelleştirmelerle kamusal hizmetler tasfiye edilerek sermayeye devredilirken, bakım emeği de kadınlara yükleniyor. Kadın istihdamını artırmaya yönelik olduğu söylenen politikalar, bakım emeğinin doğal olarak kadınlarca ücretsiz olarak karşılanacağı bir ‘aile’ anlayışına göre planlanıyor. Bu planda merkezi bütçeden kadının payına günde yalnızca 51 kuruş düşüyor! Ev içi emek, bakım emeği, yeniden üretim emeğini üstlenmek durumunda kalan kadınlar, düşük ücretli, güvencesiz, esnek ve yarı zamanlı işlerde çalışmak zorunda bırakılıyor.

Veriler, raporlar ve medyadaki haberler erkek şiddetinin artmakta olduğunu ortaya koyuyor. 2024’te en az 394, 2025’in ilk dokuz ayında ise 290 kadın öldürüldü. Bu kadınların 184’ü aile içinde, 47’si kamusal alanda, 12’si işyerinde katledildi. Kadın çalışanların yüzde 45’i son bir yılda şiddete uğradığını söylüyor.

“ÇAYCUMA’DA YAŞANANLAR SADECE BİREYSEL BİR TRAJEDİ DEĞİL; ÜLKEMİZDE EĞİTİMDEN SOSYAL POLİTİKAYA, ÇOCUK KORUMA SİSTEMİNDEN TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE KADAR HER ALANDA İÇTEN İÇE ÇÜRÜYEN VE ÇÖKEN BİR TOPLUMSAL VE SİYASAL DÜZENİN SONUCUDUR”

Geçtiğimiz ekim ayında 43 yaşındaki Gönül Karakök Çaycuma’da kayınpederi tarafından katledildi. Yine Çaycuma’da 16 yaşındaki Hasret Akkuzu'nun cansız bedeninin bir su kuyusunda bulunması ve iki ayrı 16 yaşındaki kız çocuğunun hastaneye başvurup doğum yapması ülkemizdeki en derin toplumsal yaralardan birini yeniden gün yüzüne çıkarmıştır. Yaşanan bu olaylar sadece bireysel bir trajedi değil; ülkemizde eğitimden sosyal politikaya, çocuk koruma sisteminden toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar her alanda içten içe çürüyen ve çöken bir toplumsal ve siyasal düzenin sonucudur. Üç kız çocuğu da son dönemde benzer biçimde yaşamını yitiren, istismara maruz kalan, çocuk yaşta doğum yapan diğer kız çocukları gibi örgün eğitim dışında kalmış, açık lise öğrencisidir. Bu durum, çocukların örgün eğitim sürecinden koparıldığında nasıl savunmasız, güvencesiz ve yalnız kaldıklarının, yaşamlarının nasıl tehdit altında olduğunun en somut göstergesidir. Okullarımızdaki psikolojik danışman ve rehber öğretmenler ihmal ve istismar vakalarında çocukların korunması ve istismarcı kişilerin bildirimi konusunda büyük bir rol üstlenmektedir.

“AÇIK LİSE UYGULAMASIYLA OKULDAN KOPAN HER ÇOCUK, YALNIZCA ÖĞRENME HAKKINI DEĞİL, KORUNMA HAKKINI DA KAYBETMEKTEDİR”

Bugün açık lise uygulaması, birçok kız çocuğu için bir ‘eğitim hakkı’ değil, tam tersine ‘eğitimden uzaklaştırmanın ve görünmezleştirmenin bir aracı’ haline gelmiştir. Okuldan kopan her çocuk, yalnızca öğrenme hakkını değil, korunma hakkını da kaybetmektedir. Eğitimden uzaklaşan her çocuk, özellikle de kız çocukları, çocuk yaşta zorla evlilik, şiddet ve istismarın hedefi haline getirilmektedir. Eğitim politikalarının çocukların gelişimi, güvenliği ve geleceği için değil; piyasa çıkarları ve gerici ideolojik hedefler doğrultusunda şekillendirilmesi, doğrudan doğruya çocukların yaşamını tehdit eden sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Son yıllarda iktidar eliyle yürütülen politikalarla zorunlu eğitimin fiilen kısaltılması, çocuk yaşta ‘açık lise’ye yönlendirme uygulamaları, karma eğitim ile çelişen uygulamalar ve yoksul çocukların okuldan koparılması, çocukların eğitim hakkını olduğu kadar, yaşam hakkını da doğrudan tehdit eder hale gelmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, toplumsal cinsiyet eşitliği derslerini müfredattan kaldırmak, karma eğitimi tartışmaya açmak çocuk istismarının önünü açan, çocukların yaşam hakkını yok sayan karanlık politik tercihlerdir. Katledilen, 16 yaşında doğum yapan her kız çocuğu, bu ülkenin eğitim sistemine ve sosyal politikasına yöneltilmiş bir ‘suç duyurusudur’. Bu nedenle asıl sorumlular sadece failler değil, bu düzeni yaratan ve doğrudan çocukların yaşam hakkını tehdit eder hale gelen politikalardır!

Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama hedefini esas almayan politikaların, erkek şiddetinin sürmesine aracı olacağını defalarca söyledik. İstanbul Sözleşmesine dönülmesinin, ILO’nun 190 sayılı sözleşmesine taraf olunarak sözleşmenin yürürlüğe girmesinin, şiddeti engelleme yolunda önemli bir adım olduğunu kim bilir kaç kez yineledik. Kamuda toplu sözleşme süreçlerinde masada ve heyetlerde sorunlarımızın ayrı başlıkta ele alınması talebini yükselttik. Ama tüm çağrılarımıza rağmen şiddetle mücadelede bağlayıcı ulusal mekanizmaların gereği yerine getirilmiyor. Haksız tahrik, iyi hal indirimleriyle, failler cezasız bırakılıyor. Şiddete maruz bırakıldığımız yetmiyormuş gibi, hukuksuzluğun ve cezasızlığın yaygınlığına karşı gerçek adalet mücadelemiz kriminalize ediliyor.

Kadınlar katlediliyor. Her fırsatta kadına yönelik şiddetle mücadeleye kararlı olduğunu söyleyen iktidar ise şiddeti, tacizi, kadın cinayetlerini önlemeye, engellemeye yönelik anayasanın ve uluslararası sözleşmelerin gereğini yerine getirmiyor, mevcut yasaları ise uygulamıyor.

Her gün yeni yasa teklifleriyle, yeni “paketlerle”, kazanımlarımız, ifade özgürlüğümüz, örgütlenme hakkımız tırpanlıyor. Hutbelerle, demeçlerle, yasalarla yaşam biçimlerimiz, örgütlü mücadelelerimiz, kılığımız kıyafetimiz, haklarımız hedef haline getiriliyor. ‘Ailenin kutsallığı’ söylemiyle tek tip bir yaşam dayatılıyor; bu anlayış şiddeti meşrulaştırıyor, eşitsizliği derinleştiriyor!

SON RÖTUŞLAR YAPILIYOR...
SON RÖTUŞLAR YAPILIYOR...
İçeriği Görüntüle

Ekonomik ve sosyal güvenceden yoksun bırakılmayı, yoksullaşmayı, güvencesiz- kayıt dışı çalıştırılarak sömürülmeyi, dünyanın bakımı da dahil tüm bakım yüklerini karşılıksız olarak yüklenmek zorunda görülmeyi, şiddet tehdidi altında yaşamayı reddediyoruz.

Şiddetsiz, eşit, özgür, barış içinde; emeğimizin değer gördüğü demokratik ve laik bir ülkede yaşamak istiyoruz! Hayatımızı kuşatmaya, kazanımlarımızı değersizleştirmeye, hayatlarımızdan ve haklarımızdan çalmaya çalışanlara inat, demokrasi, eşitlik ve laiklik mücadelesinde birleşiyor, her alanda mücadelemizi büyüterek işyerlerinde, sokaklarda, yaşamlarımızda emeğimize ve özgürlüğümüze yönelen her türlü şiddete karşı sözümüzü örgütlüyoruz.”

Muhabir: Derya Gökbulut Sağlam