Cumartesi sabahı Detmold’a veda edip dönüş için Bremen havaalanına giderken yolda otobüste aldık acı haberi.

Haber çok acı.

İnanılır gibi de değil.

İlk haber bombanın patladığı ve Ankara meydanında “barış istiyoruz” istiyoruz demeye hazırlananlardan 20 kişinin öldüğüydü.

Bomba patlıyor ülkemizin başkentinde.

İnsanlar ölüyor.

Barış katlediliyor.

Sonrasında gelen haberler hem acılı, ölüm sayısı hep artıp hiç de fren yapmıyor.  Telefonlarla yakınlarından haber almak isteyenler, aradıklarından “alo” sesini duyduklarında  kırık bir rahatlama yaşarken, can yakan haberler hiç durmak bilmedi.

Ülkem kan gölü…

 

Herkes şu ortak soruya yanıt arıyor:  “nasıl bir ülkede yaşıyoruz biz?”

Her gün kavga.

Her gün hakaret.

Her gün insan haklarının çiğnendiği.

Her gün gazetelerin saldırıya uğrayıp gazetecilerin dövüldüğü.

Hatta hapislere atıldığı.

Akla mantığa sığmayan düzmece belgelerle ülkeye canını ortaya koyarak hizmet edenlerin operasyonlarla tutuklanıp devletin temelini yıkmak için çentik ve çentiklerin atıldığı.

Değişik ırk ve mezhep çatışmalarıyla kardeş kavgasının yaratılıp körüklendiği.

Seçimlerin yok sayılıp, yeni yeni senaryoların dayatıldığı.

Sistemin değiştiğinin ilan edildiği.

Birbirlerini kullananların daha sonra öküzü öldürüp ortaklıklarını bozarak, devleti ellerinde oyuncağa çevirdikleri.

Demokrasiyi katleden dayatmaya dayalı bir sistemle, halkın istediklerini değil de istemediklerini seçmeye zorladıkları.

Kamu kaynaklarının kişilere özel kullandırıldığı.

Saygı kavramının sevgiyi hançerleyerek tüketildiği.

Kutularda yakalanan paraları kılıflar uydurulup suçun suçsuzluk ilan edilerek taçlandırıldığı.

Devlet içinde bir değil bir çok devlet yaratma programlarını uygulamada hız kesilmediğini.

Baskı ve dayatmanın sınır tanımadığı.

Devletin memurunun hükümetin uşağı yapma zorlamalarına devam edildiği.

Özgürlük denen kavramın bireysel yasadışılığa araç edildiğini.

Katliamların hesabının verilmediğini.

Kendisi gibi düşünmeyenleri her an yok etmeye hazır kindar bir gençlik yaratılmak istendiğini.

Yaşıyor, görüyor ve biliyoruz.

Sahi biz nasıl bir ülkede yaşıyoruz?

Bilen var mı?

Bilenler çok olsa bunlar yaşanır mı?

Ülkeyi “Yeni Türkiye” diye ilan edenlerle,  adı Cumhuriyet olan partiden ulusalcılar tasfiye edilip de “yeni” yıldızı takılır mı?

Ülkem işgal altında mı?

Hem yönetenler hem de muhalefetiyle tiyatro mu oynanıyor?

Peki ya bu ölenler?

Askerler, polisler,  işçiler, memurlar, gençler, kadınlar?

Onlar kim?

Kimin vatandaşı?

Ve biz kimiz?^

 

**

 

Acı tek gelmiyor.

Hep acıları  yaşayan yüreğimiz artık daraldı daraldı ve daraldı ki, ne yapacağını ve nereye sürükleneceğimizi kimse bilmiyor.

Bir acı daha Levent Kırca.

Yiğit Kemalist de gidiverdi aramızdan.

“Işıklar içinde yatsın” demekten başka ne gelir ki elden?

Ne gelir?