Sonbahar esintileri başladı. Eylül ayını da yarıladık. Eylül ki hüznün en güzelini yaşatır bize. “Hüznün de güzeli olur mu?” diyenleriniz çıkabilir elbette. Olur bence. Şöyle bir düşünelim; insanlığın varoluşundan günümüze gezegenimizde kan ve gözyaşı hiç eksik olmadı. İnsanın insana, doğaya, hayvanlara kıyımı bitmedi. Günümüzde uluslararası sermaye odaklı emperyalist devletler baş döndürücü bir hızla silahlanıyorlar. Öldürmek için, yoksul ülkelerin yer altı servetlerine el koymak için, kazançlarını büyütmek için... Asla doymuyorlar ve şu çarpık düzen sürdükçe de doymayacaklar. Söyleyin şimdi; düşünen, sorgulayan, irdeleyen duyarlı insan, nasıl olur da hüznü ömür boyu yüreğinde taşımaz? İyi ki yeryüzünde hüznün değerini bilen yaratıcı sanat ustaları var. Guernika’yı ölümsüz kılan Picasso gibi, özgünlük şiiri ile emek insanlarının direncini arttıran Paul Eluard gibi, savaşa karşı unutulmaz metinleri ile, Romain Rolland,Wolfgang Borchert, “Biz halkız yeniden doğarız ölümlerle” şiiri ile Neruda ve çektiği onca çileye karşın emeğin sesi olmaktan hiç ödün vermemiş Nâzım Hikmet ve adlarını sayamadığımız yazar, çizer güzel insan. Bakın tümünün yaşantılarına hep hüznün izlerini göreceksiniz.

Eylül ayı insanlık tarihine düşülen notlar açısından da çok önemli. Ama bu bir köşe yazısı boyutunu aşar. Onun için gelin kendi ruh halime uygun bir şiirle sonlayalım yazıyı. Behçet Necatigil’den: Nilüfer

Ben oraya koymuştum, almışlar,

Arasına sıkışık saatlerin.

Çıkarır bakardım kimseler yokken;

Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar.

Kışken ilkyaz, sularımda açardı;

Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı?

Eski defterlerde sararmış yaprak.

Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar.

Bir ışıktı yanardı yalnız gecelerde;

Akşam, çiçekler uykuya yattı,

Sardı karşı kıyıları karanlık

Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.