Yeni yıl arifesinde geçmişin kendimle bir muhasebesini gerçekleştirmeye çalıştım. Yaşantım boyunca neleri doğru, neleri yanlış yaptığımı nesnel bir biçimde ortaya koymaktı amacım. Buna bir tür sorumluluklarımı anımsamak ve kendimle hesaplaşma da diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız kendime karşı sorumluluklarımdan çok topluma karşı olan sorumluluklarımı gözden geçirdim. Daha çok da meslek olarak benimsediğim gazeteciliğe nasıl bir katkı verebildim. Daha fazlasını yapabilir miydim? Halkların haber alma, bilgilenme, gerçekleri öğrenme haklarının hemen tüm dünyada kısıtlandığı bir dönemden geçiyorduk. Bu açmaz günümüzde de ortadan kalkmış değil. Tersine her gün biraz daha ağırlaşıyor.

1999 yılıydı Cemiyetin çıkardığı Bizim Gazete’de kültür sayfasını yapan gazeteci ve tiyatrocu Ergun Köknar benden kitaplar üzerine bir köşe yazmamı istedi. Hem Ergun’u çok sevdiğim için hem de kitap üzerine yazmak keyif verdiği için hemen kabul ettim. 1999’da başladığım serüven daha sonra değişik boyutlarda 2006’da Evrensel gazetesine sıçradı. Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat bana haftalık köşe yazma önerisini getirdiğinde pek duraksamadım ve o tarihten beri de işçinin, emekçinin ve sendikaların gazetesi olarak bilinen Evrensel’de yazmaya devam ediyorum. Gazetedeki köşemin adını da Fatih Polat koymuştu. “Gerçeğin Gözüyle” insana başka bir sorumluluk yüklüyordu. Bu ülkede olan bitene gerçeğin gözüyle bakmak ve onu kaleme almak büyük bir sorumluluktu da. Kısaca hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir dönemde işçinin, emek insanlarının, haksızlığa uğrayanların sesi olan Evrensel ailesine katılmış olmaktan mutluyum. Düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki engeller, hak ihlalleri, kadınlara reva görülen baskı ve zulüm konularında kendi çapımda bir şeyler yazarak okurlarımla paylaşmak bana güç katıyor.

Cumhuriyetin yüzüncü yılına gireceği 1 Ocak 2023’de. Cumhuriyetin ülkeye getirdiği kimi kazanımların da birer birer ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bu dönemde iktidar, sermaye, yandaş medya sarmalında çalkalanıp duran halklarımız için nasıl bir emek mücadelesi verilebiliri çokça konuşmak lazım. Özellikle henüz varsılla yoksul arasındaki makas yoksullar aleyhine her gün biraz daha açılırken bütün çalışan yurttaşlarımızın, sömürülen işçilerimizin, hak ihlallerinin karşısında dimdik durmak gerekiyor. Emek kitlelerinin bunu başaracağına inancım tam. Belki erken belki biraz daha geç ama mutlaka bu ülkede bütün kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasinin yeşerdiğini göreceğiz.

Bu haftaki yazıyı Fransız şair Jacques Prevert’in bir şiiriyle sonlayalım. Şiir “Umutsuzluk Bir Kanepeye Oturmuş” başlığını taşıyor. Yayıncı ve usta çevirmen Orhan Suda Türkçeye aktarmış. Birlikte okuyalım.

Bir küçük parkta
Bir kanepe
ve bir adam.
Geçerken siz ordan
Size sesleniyor adam
Üzerinde eski bir elbise boz renkli
Gözlüğü saplı
Adam sigara içiyor
Ve size sesleniyor
Ya da sadece el ediyor.
Bakmamak gerek ona
Duymamak gerek onu
Geçip gitmek
Görmezlikten gelmek gerek onu
Adımlarınızı sıklaştırmalısınız
Bakarsanız
Kulak verirseniz ona
El eder size
Böylece
Hiç kimse alıkoymaz sizi
Onun yanına oturmaktan.
Adam size bakar ve gülümser o zaman
Öyle müthiş bir şeydir ki bu
Paralanır içiniz
Ve adam hep gülümser
Ve siz de gülümsersiniz
Tıpkı onun gibi.
Ve gülümsedikçe daha da paralanır içiniz
İçiniz paralandıkça daha da gülümsersiniz.
Kaçınamazsınız bundan
Çakılır kalırsınız kanepede
dinmeyen bir gülümsemeyle yüzünüzde.
Çocuklar oynar yanı başınızda
Gelenler geçer gider
Kendi hallerinde.
Kuşlar uçar
Ağaçtan ağaca konar.
Ve siz taş gibi kalırsınız kanepede
Ve bilirsiniz, bilirsiniz ki
Bir daha oynamayacaksınız artık
Çocuklar gibi.
Ağır ağır geçmeyeceksiniz ordan
Herkes gibi.
Bir daha asla uçmayacaksınız
Ağaçtan ağaca
Kuşlar gibi.