Tek parti döneminin son yıllarından başlayarak Türkiye dış politikasını Amerika Birleşik Devletlerinin izinde sürdürmeye başlamıştır. Ülkenin bağımsızlığı için uğraş veren kişiler ve kurumlar bu süreçte baskılara uğramışlar ve vatan hainliğiyle suçlanmışlardır. ’50’li yıllarda siyasette tavan yapan Amerikan hayranlığı aradan geçen onca yıldan sonra günümüzde de devam ediyor.

O kadar ki “müttefikimiz” sıkça Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmiş, müdahale etmenin ulusal çıkarlarımıza aykırı olduğu yerlerde ülkemizi savaşlara sürüklemiş, bazen de askeri darbelerin hazırlayıcısı olmuştur. Örneğin ulusumuza en büyük acıları tattıran, zulüm getiren 12 Eylül askeri darbesinde dönemin ABD Başkanı Bush’a haber verdiklerinde ilk tepkisi “bizim çocuklar mı?” diye sormak olmuştur.

Siz bakmayın zaman zaman seslendirilen itirazlara. Yaşadığımız günlerde İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkmalarına. Sonuçta kimin borusunun öttüğünü birlikte göreceğiz. Amerika; Avrupa Birliği ve NATO ile Rusya’yı kuşatmayı hedefleyerek tehlikeli bir oyuna girişti. Olayları tarafsızca değerlendirebilenler nükleer savaş tehlikesinden söz ediyorlar.

Daha şimdiden ambargolar yüzünden başta Avrupa ülkeleri olmak üzere insanların yaşamı daha güç koşullar altına girmeye başladı. Üçüncü dünya ülkelerinde ise yoksulluk, sömürü, yer altı servetlerinin paylaşımı daha da hızlanacak. Peki, insanlık, emek, paylaşımcılık ne olacak derseniz bu sözcükler ve benzerleri kapitalizmin lügatinde hiç yer almadı, bundan sonra da yer alacağını beklemek büyük bir yanılgı olur.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika Birleşik Devletlerinde Senatör McCarthy’nin başlattığı antikomünist hareket Türkiye’de de boy atmıştı. Sol eğilimli pek çok yazar, bilim insanı, şair cezaevi parmaklıklarının arkasına konulmuştu. Bunlardan biridir Nâzım Hikmet de. Cezaevinde McCarthy düzeninin halklar üzerindeki baskısını izlemeye çalışmış ve o dönemde bu faşist çıkışa karşı çıkan yazarlarla bağlantı kurmaya çalışmıştır. Şimdilerde Türkiye’de yaşanan sansür, otosansür türkü söylemeyi yasaklamak, tiyatro oyunlarının sahnelenmesini engellemek, içki yasakları gibi uygulamaları adeta McCarthy döneminin bir kopyası gibi görmek mümkün. Bütün bunlara giderek yükselen ırkçılığı ve ahlak bekçiliğini de ekleyebilirsiniz.

1950’de Dünya Barış Konseyi insanlık adına, barış adına çalışmaları dolayısıyla yazarları, çizerleri, şairleri “Barış Ödülü” ile taçlandırdı. Bu sanatçılardan biri Türkiye’den Nâzım Hikmet’ti. Diğerleri ise İspanya’dan Pablo Picasso, Şili’den Pablo Neruda, Polonya’dan Wanda Jakobowska, ABD’den Afrika kökenli ünlü Ses Sanatçısı Paul Robeson’du. Nâzım ödülünü almaya gidemediğinden yerine ödülünü dostu Pablo Neruda almıştı.

Burada Robeson için ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Amerika’da siyahilere ve sol eğilimli sanatçılara karşı Senatör McCarthy’nin başlattığı ırkçı eylemlerin kurbanlarından biriydi Paul Robeson. Büyük bir sanatçı. Ülkesinde ve uluslararası arenada ırkçılığa karşı mücadele veren bir barış aktivisti idi. Robeson için bir not da Asım Bezirci’nin yazılarından ekleyelim. Paul Robeson, Nâzım’ın cezaevinden bırakılması için başlatılan kampanyaya etkin destek veren aktivistlerden biriydi Bunu da unutmayalım. İşte Nâzım Hikmet de Robeson’un ABD’de uğradığı faşist saldırıları, ırkçıların ona yönelttiği baskı ve linç girişimlerini okuyunca cezaevinde ünlü “Korku” şiirini yazar. Bu güzel ve anlamlı şiiri bir kez daha okurla buluşturmak istedim:

Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson
inci dişli zenci kardeşim
kartal kanatlı kanaryam
türkülerimizi söyletmiyorlar bize.
Korkuyorlar Robeson
şafaktan korkuyorlar,
görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar.
Yağmurda çırçıplak yıkanır gibi ağlamaktan,
sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar.
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
(Sizin de bir Ferhatınız vardır herhalde Robeson, adı ne?)
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar.
akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne iskonto, ne komisyon, ne vâde isteyen bir dost eli
sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine.
Ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten.