Tarih 27 Ekim 2012 Cumartesi. İstanbul sonbaharın güneşli ,pırıltılı günlerinden birini yaşıyor. Kent dışında ailemle doğayla baş başa birkaç saat geçirmek dileğimiz. Yeşilini  sarıya dönüştüren ağaçlardan yollara dökülen yaprakların her adımımızın ardından çıkardığı hışırtıyı dinleyebilmek esrik bir duygu dünyasına taşıyor insanı. Sonbaharı severim; sanatçılara ilham kaynağı olan hüznünü de. Her şey iyi güzel ancak şu içimde giderek yoğunlaşan huzursuzluğu dağıtamıyorum bir türlü. Dışarıya vuramıyorum yüreğimi daraltan sıkıntıyı. Jaccques Prevert’in (Çev:Orhan Suda) dizeleri düşüyor aklıma, mırıldanıyorum yanımdakilere duyurmaksızın:
    “ Bir at yığılıyor yere ortasında ağaçlıklı yolun
      Yapraklar atın üzerine düşüyor
       Sevdamız ürperiyor
       Güneş de ürperiyor.”

Aslında gün boyu peşimi bırakmayan  sıkıntı bir birikimin sonucu. Soluk aldığım coğrafyadan soyutlanması olanaksız. Yola çıkarken kafamı kurcalayan iki konu vardı. Yazmalıydım. Hoş yazılıyor, çiziliyor, konuşuluyor da, devlet siyaset katından kim duyuyor, kim ses veriyor. İnsan değeri kimin umurunda? Cezaevlerinde sürdürülen ölüm oruçları  bugün itibariyle 46.gününü sürüyor. Bu yeniden ölmeye yatmalar, yıllardır ardı arkası kesilmeyen genç ölümler kahredici. Ses veren var mı? Kürt sorununa 30 yılı aşan bir çözümsüzlüğün bedeli sür git böyle mi ödenecek? Hep ölmeye öldürmeye mi şartlayacağız insanımızı. Yaşatmak, yaşamaya sevdalanmak varken. Daha kaç yıl tahammül edecek ülke insanı, analar, bacılar, bebeler bu bitmek bilmeyen acılara. Siyasetçilerin iki yüzlülüğüne. Halkları birbirine düşüren şiddet temelli nefret söylemlerine…                                                                                                                 

Üzerine bir şeyler yazmak istediğim ikinci konuysa bundan tam altı yıl önce yitirdiğimiz bir Karikatür Ustası  Semih Balcıoğlu’yla ilgiliydi. Semih Balcıoğlu’yu Türkiye Gazeteciler sendikası Genel Başkanlığı dönemlerinden (1973-79) tanırdım. Ama dostluğumuz daha sonraki yıllarda perçinleşti. Sık buluşmalara, hoş sohbetlere dönüştü, Şimdi kahkahalarını ,geleceğe hep umutla bakan toplumcu tutumunu ne denli özlüyorum belemezsiniz. Mizah yeteneği, ona uluslararası alanda ödüller ve  ün getiren ustalıklı çizgileri, çalışkanlığı, üretkenliği ile sanat dünyamızın renkli kişiliklerinden biriydi. Kitaplığımdaki yapıtları arasından “Çizgiyle ^2002 Günlüğünü” (YKY) çıkardım. Başladım sayfaları çevirmeye. Bir yılın günlüğünü çizgiyle ortaya koymak gibi olanaksız  görünen bir çalışmanın altından kalkmak kolay mı? Ama bu işe soyunan Semih Balcıoğlu ise işte eser ortada. Ülkede 10 yıl önce yaşanmış siyaset, kültür, sanat, spor, olaylarından kotarılmış karikatür karelerine
göz atarken bellek yenilemenin bugünleri anlamada ne denli yarar sağladığının bir kez daha  ayırtına vardım. Örnek mi ? Tarih 18 Şubat 2002. Karikatür: Güneşli bir günde el ele tutuşmuş kızlı erkekli küçük çocuklar. Karikatürün alt başlığı: BAK ŞU VATANI BÖLENLERE ! Konu mu ? “İHD’nin açtığı yarışmaya katılan ilkokul öğrencilerine soruşturma.M.E.B müfettişleri, İHD’nin İnsan Hakları Haftası dolayısıyla açtığı resim ve kompozisyon yarışmasında dereceye giren 20 çocuk ve 40 öğretmenin ifadesini aldı.”

Gazete haberi…

Bir karikatür örneği daha. Bu da mesleğimizden: 9 Mart 2002’de cezaevlerinde 11 gazeteci olduğunu duyurmuş meslek örgütleri. Smih Balcıoğlu usta çizgileriyle bir cezaevi kondurmuş. ltına da iki sözcük: İKİNCİ ADRESİMİZ

Işıklar içinde yatsın Svgili Semih Balcıoğlu. Emeklerin unutulmayacak. Bilemiyorum siyaset ustalarından geleceğe neler kalabilecek ama senin gibi evrensel ölçekli insan sevgisi ile dolu, emek odaklı sanatçılar yapıtlarıyla dünya durdukça yaşayacak ve yeni kuşaklara yol gösterecekler.

Son söz; Ey etkililer, yetkililer, cezaevlerinden yükselen sesleri yüreğinizde, vicdanınızda duyun artık. İnsan ölümlerine duyansız kalmayın, yeni ölümlere de vesile olmayın!