“Hayatımı mahveden insanlardan gelecek samimi bir özrün bana yardım edeceğini düşünüyorum. Ama şimdiye kadar onlarla görüşmeyi reddettim. Özürlerinin ne kadar samimi olacağını bilmiyorum. Benim için onlara güvenmek çok zor. Basit bir “üzgünüm” lafı duymaya hazır değilim…”

Hürriyet gazetesinin 19 Eylül 2025 tarihli “Komisyonda Sıcak Gün” başlıklı haberinden Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmalarından bir kesit:

“İTTİHAD Başkan Yardımcısı Beşir Şimşek’in geçmişteki çatışmaları anlatırken PKK’lıların kızgın sacın üzerinde 1.5 yaşında çocuk katlettiğini, güvenlik güçlerinin de hamile annenin de yer aldığı aileyi yakarak öldürdüğünü söylediği anlarda gerilim yaşandı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, “Biz, sizi buraya askere, polise hakaret edin diye çağırmadık. Sus, haddini bil” diye müdahale etti. Beşir Şimşek “Hakaret etmiyoruz, bir barış yapılacaksa yapılan yanlışların görülmesi lazım” derken, DEM Parti Antalya Milletvekili Saruhan Oluç, Şimşek’e “Sizinle barış yapılabilir mi? Rezalet bir şey bu, utanın. Buraya kadar tahammül ettiysek yeter. Siz kandan besleniyorsunuz” diye itiraz etti. DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek de “Kürtlerin başına bela olan sizsiniz” dedi. CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, DEM Partili üyeleri yatıştırmaya çalıştı. Şimşek konuşmasına devam edince, DEM Partililer salondan ayrıldı. Meclis Başkanı Kurtulmuş da “Herkesin kullandığı dile, üsluba dikkat etmesi en önemli şartlardan biri” dedi. MEDAV Başkanı Tayyip Elçi de Şeyh Sait ve Said-i Nursi’nin mezarlarının türbe ve medrese yapılmasını istedi.” (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/komisyonda-sicak-gun-42953598)

Ne diyebiliriz ?

“Barış” inanılmaz bir güç, bir o kadar kolay… Tam ortasında Komisyon var.

Kitaplarda bazen tuhaf şeyler yazılıyor…Geçmişi hatırlatıyor, geleceğe çağrıda bulunuyor…

Ne kadar çok şey gördük, geçirdik. Su gibi akan hayatın acılarını yaşadık, içtiğimizi şerbet sandık. Faili meçhuller için mezar yeri bile vermediler…

Gerçekle yüzleşemedik…Zamanı geçti zannettik! Gerçek; her demokrasi zamanı köşe başında saklanır, beklermiş. Her demokrasi masasında başköşede otururmuş, görmemişiz! Her adalet arayışında karşımızda durup dururmuş... Bilememişiz. Öğrenememişiz…

Apartheid, Güney Afrika Cumhuriyeti ile bu devlete bağlı Güneybatı Afrika’da (1948-1994) resmi devlet politikası olarak iktidarda bulunan Ulusal Parti hükümeti tarafından uygulanan ve bu doğrultuda yasalar çıkararak ırksal ayrımcılığı savunan sistemdir, ırkçı rejimdir

Cradoc Dörtlüsü (Cradock Four) ve apartheid’e karşı direnenlerdendiler. Güney Afrika’da sisteme direndiler ve katledildiler. Yıllar sonra yapılan af duruşmalarında katliamlar hakkında bildikleri şeyleri açıklamayan devlet yetkililerinden hiçbirisi affedilmedi…

Cradock Dörtlüsü olayında öldürülenlerden Mathew Goniwe’nin eşi Nyameka Goniwe’nin sözleri “siyahların hissettikleri değersizlik hissini” derin bir dönüşüm olmadan geçmeyeceğini gösteriyordu:

“ Neredeyse her gün kaybolan itibar ve özgüvenimi yeniden kazanmam gerekiyor. Toplum içinde elde ettiğim tanınma bu konuda yardımcı oldu ama kendi hayatımı ve çocuklarımın hayatını yeniden inşa etmeye çalıştıkça korkunç bir değersizlik hissi ürkütücü bir şekilde kendini gösteriyor… Bazen, Mathew’u öldürerek hayatımı mahveden insanlardan gelecek samimi bir özrün bana yardım edeceğini düşünüyorum. Ama şimdiye kadar onlarla görüşmeyi reddettim. Özürlerinin ne kadar samimi olacağını bilmiyorum. Benim için onlara güvenmek çok zor. Basit bir “üzgünüm” lafı duymaya hazır değilim”

Mandela, 27 yıl süren tutukluğundan sonra 1990’da serbest kaldı. Mandela’nın inisiyatifi ile apartheid döneminde insan hakları ihlallerini araştırmak üzere Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Komisyona sivil toplum, hükümet, muhalefet ve kilisenin katılımı sağlanmıştı. Komisyonda siyasi müzakereler yapılacaktı. Böylece demokratik bir hükümetin kurulmasının yolunu açmış olacaklardı. Bu Komisyon yargılamalar yapacaktı. Halka açıktı. İnsanlar ve özellikle kırsal kesimde yaşayanlar beş saat süren canlı yayın radyo programlarına katılıyorlardı. Çünkü, mağdurların anlattığı hikayeleri herkesin duyması isteniyordu. Özel ve kurumsal duruşmalar düzenlenerek bu kurumlardaki üst düzey kişilerin hesap vermeleri istendi. Böylece hem failler hem de mağdurların tanıklıklarında “geçmiş ve yaşanmış olaylar” kamuya açık olarak herkes tarafından dinlenebildi. Öğrenildi!

Komisyon Başkanı Başpiskopos Desmond Tutu, Güney Afrika’da failleri yeni topluma katmak için affı tercih ettiklerini, “hakikat karşılığında adalet” almaya çalıştıklarını ifade etmişti. Faillerden insan hakları ihlallerini, halka açık bir şekilde Af Komitesi huzurunda tam bir açıklıkla ifşa etmeleri beklenmişti.[i]

Onurlu bir barış için gösterilecek her çaba insan haklarını korur. Gerçekler, barışçıl hakikat arayışıdır. Bir yanda Komisyon’a dair bir haber duruyor. Öte yanda ise hapishanelerden doğan direnişle ortaya çıkan hakikat karşılığında adalet arayışının onurunu inşa etmeyi başaranların gerçekleri ve başarıları var. Barış; adalet, kültür ve inanmayı gerektiriyor.

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu ne sağlar ve neye yarayacak?

Geçiş Dönemi Adaleti ne sağlar?

Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin yürüttüğü “zor zamanlarda Barışı Savunmak” projesi kapsamında Hülya Dinçer tarafından kaleme alınmış olan[ii] yazının öğretisini tekrarlayalım:

Ceza adaletini sağlayabiliriz. Böylece faili meçhul siyasal cinayetlerin anlatılmayan, saklanan, sır olan tüm hakikatlerini açığa çıkarabiliriz. Failler, işkenceler, cinayetler sırlarla faili meçhuller...İfşa olur. Herkes bilir. Acılarıyla, yaslarıyla yeniden hayatlar kurulur.

Ayrıca “mağdurların ve siyasal şiddetin sosyo-ekonomik yapısını tahrip ettiği toplulukların kayıplarının telafisi, gasp edilen hakların iadesi, bastırılan azınlık kimliğin ve kültürel hakların tanınması da” geçiş dönemi adaletinin alanına girer.

Kamusal görev yapanların işgal ettiği sorumlu mevkilerde bulunan, insanlığa karşı suçlar işleyen, kendisini paralel devlet sanarak herkesi aldatan, devlet içinde oluşturulmuş çetelerden, suçlarından ve onların insan hakları ihlallerinden kurtulmak geçiş dönemi adaletinin görevine girer. Hukuk ve devlet, bu suçlulardan geçiş dönemi adaletiyle kurtulur.

Geçmişle yüzleşmek için resmi ve kamusal özür gereklidir. “Özür, siyasal şiddetin mağdurlarda yol açtığı acı, kayıp ve tahammülü tanımayı, mağdurların itibarlarını ve acıları önünde eğilmeyi amaçlar”.

Tam aksine, özür dilemekten öte Cumartesi Annelerine kent meydanı kapatılıyor. Bir araya gelenleri sayıyla ve sayarak meydana alınıyor. Onlar hakkında ceza davaları açılıyor ve böylece faili meçhulleri anımsatmak bile suç sayılıyor.

Sonra gelen “hafızalaştırma çalışmaları”… Geçiş Dönemi adaletinde müzeler, anıtlar ve yeniden adlandırmalar hafızaya not düşmektir. Diyarbakır cezaevi “yaşanmışlıklarıyla” müze olabilirdi. Ulucanlar Cezaevi bu ülkenin hafızasına tüm acılarıyla kazındı. Müze yapıldı. Gidip görmeli…Akıldan çıkmaması gereken hücrelerdeki yaşamla yüzleşmeli…Her hapishaneye yapılan ziyaretten sonra orada mahpusları hapiste bırakarak çıkmak; girdiğiniz gibi çıkan bir insan olmadığınızı “anlamanızı” sağlayacaktır.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin 2012 yılı Raporuna değinen yazısının başında (Aeg.Sayfa 41) Hülya Dinçer; geçiş dönemi adaleti sürecinde birbiriyle ilişkili dört hakkın kabul gördüğüne işaret ediyor. Adalet hakkı, hakikat hakkı, onarım hakkı ve ihlallerin tekrarına karşı güvencelere sahip olma hakkı…

Memleketimizde bu hakların kabul gördüğüne dair bir süreç yaşanmadı. Ama yıllardır bu haklar hepimizin gözü önünde durup duruyor. Hakikati aramak, adalettir ve vicdandır.

Önce kendi kendimizle yüzleşmeliyiz…

Düşünmeliyiz… Güney Afrika koşullarında kurulan Komisyon ile Türkiye’nin komisyonu arasındaki farklılıkları nelerdir? Farklılıklar ve benzerlikler çoğaltılmalıdır. Hakikate onur katmalıdır. Sonuçlar öğretici olabilmeli, “yüzleşmelere” çevrilebilmelidir. Güney Afrika ile Türkiye’nin hakikatlerle yüzleşme süreçleri birbirinden farklıdır ve birbirine uymayabilir. Geçmişte olup bitenlerden yararlanmanın zararı yoktur, yararı vardır.

Aksi takdirde Türkiye “suç mahalli olma” alışkanlıklarını gizlice ve sırlarla dolu bir geçmişe gömmeyi demokrasi sanacaktır. Yaşanmış kötülükleri eleştiri adı altında tekrarlamak rejim beslemelerinin cumhuriyetin reddi üzerine kurulu bir sistem ve şeriat amaçlarını ortaya dökmelerini sağlayacak kapıları açmaktır, çok tehlikelidir. TBMM çatısı altında bu olup bitenler ne demokrasidir ne barışa ne de adalete hizmet eder. Kandırılmayın!

Adalet ve hukuk devleti isteyenler hakikati arayanlardır, geçmişle yüzleşenlerdir.

Çünkü hakikat, ancak geçmişle yüzleşebilenlerin bulabileceği gerçektir.

Memleketimizin hakikatleri ile yüzleşmek insanlarımıza ve barışa değer kazandırır. Onurlu bir barış içinde inşa edilecek hayatları ne kadar değerli yapabilirsek; hayat o kadar değerlidir.

Çünkü başta adalet ve vicdan, hukuk ve geçiş dönemi adaleti insanlar içindir.

Çünkü; Türkiye laik, sosyal ve demokratik bir hukuk devletidir.


[i] Yazının kaynağı: Esin Gülsen. Barışa Giden Yolda Hakikat ve Hafıza: Güney Afrika ve Arjantin Deneyimleri. Barış Kitabı. T. Psikiyatri Derneği Yay. 2015.Syf 361.

[ii] Hülya Dinçer. 90’lardan Bugüne Türkiye’de cezasızlık politikalarının bilançosu: Savaşın gölgesinde “Adalete Bağırmak”. Toplum ve Bilim Sayı 152. Sayfa 40. 2020.