Barışa ve demokrasiye hazır olmak çok kolaydır, bir o kadar da zordur!
Barış; hukuku ve adaleti istemek gibi bir şeydir. Üzerinde insan kokusu vardır.
Gerçekler için geçmişle yüzleşebilir miyiz?
Hakikat ve geçmişle yüzleşme üzerine çok yazı yazıldı.
Geçmiş ve hakikat, üzerine konuşursak, tartışırsak gerçeklere ulaşırız ve demokratik hukuk devletinin halkından saklayacağı hiçbir şey yoktur. Gerçeğe ulaşmak için bütün siyasal kanallar açılmalıdır. Bilgiye, habere ve gerçeğe ulaşmak demokrasidir, insan hakkıdır.
Tartışmak ve anlamak ne sağlar? Barışı sağlar, demokrasidir.
Geçtiğimiz ay Şili’de toplanan Konferansta Dünyanın yarısını oluşturan devletler “Daimî Demokrasi” başlığı altında barışı konuştular ve Gazze’de olup bitenleri, savaşları lanetlediler. Türkiye’de ise çalışacak Komisyonda “demokrasi” ve insan hakları olsun isteniyor. Belki bir umuttur, insanların korkuları yerine özgürlükleri hatırlanır… Bir yanda süreçlere bağlı Komisyon çalışmaları, diğer yanda özgürlüklere yer verilsin talepleri ve umutları…
Aslında geçmiş gerçeklerle yüzleşmek “hesaplaşmadır”.
Nasıl mı?
Toplumu çok kutuplu bir hale getirirsek eğer; barış olmaz, sağlanamaz. Kıyasıya ben haklıyım diyenlerin var ettikleri kutuplaşmanın paylaşımı yoktur ve daha önemlisi anlayışı yoktur. Çıkarlar üzerine kurulu kutuplaşma; siyasal, toplumsal ve sosyal tartışmaları yapamaz ve sonuçlarını paylaşamaz!
Birbirlerinin acılarına bakmayı ve paylaşmayı bilenler barış içinde yaşar. Çok zor sayılmaz anlamak ve anlayış... Kimin haklı olduğu değil; paylaşmak bile acıları dindirir!
Yas tutma zamanlarında birbirlerine saygı duyanlar, yas tutmayı çatışma nedeni saymadan barış içinde bir arada yaşamanın öğretisi yapabilir.
Sayın Ayşe Devrim Başterzi Türkiye Psikiyatri Derneğinin (2015) Barış Kitabı’ndaki “Bellek ve Ötesi” yazısında Mithat Sancar’ın (2007) Geçmişle Hesaplaşma adlı kitabından yaptığı alıntı; yaşadığımız şu günlerde geçmişten geriye kalan öğreti gibi durduğu yerde duruyor:
“Özgür kamusal tartışmanın hedefi, olayların oluş biçimi ve nitelenmesi konusunda tam bir mutabakata varmak değil, olayların taraflarının birbirlerini anlamayı, birbirlerinin acısına bakmayı ve yası çatışma nedeni değil, barış içinde birlikte yaşama kaynağı haline getirecek bir paylaşımı öğrenmelerini teşvik etmektir. “Öteki”nin anlatısını kayıtsız şartsız doğru kabul etmek değil, o anlatının meşruluğunu kabullenmeye ve onu dinlemeye açık olmak yönünde atılabilecek en önemli adımdır. Geçmişin işlenmesi konusunda dikkat edilmesi gereken önemli önemli bir husus, bu bağlamdaki faaliyetlerin, bir iç savaş ya da etnik gerelim nedeniyle parçalanmış aşırı kutuplaşmış toplumlarda, karşılıklı önyargıların, nefret duygularının ve intikam isteklerinin tarihsel nedenlerini masaya yatırmak ve bunların aşılması konusunda yöntemlerini aramak zorunda olduğudur. Ancak bu yöntemlerin yeniden toplum haline gelmeyi veya toplumsal bütünleşmeyi sağlamalarının, acıyı ve mağdurluğu tek yanlı bir biçimde mutlaklaştıran değil, ortaklaştıran bir dil üzerine inşa edilmelerine bağlı olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekir”.
Barış için TBMM’de Komisyon kuruldu…Ne için?
Terör mü? Eve Dönüş Yasaları mı? Barış mı? Yoksa demokrasi mi? Anayasa mı? Ne?
Kapalı kapılar ardında tartışacaksınız. Tartışmayı biz bilmeyeceğiz. Parlamento dışı muhalefete; işte bu barış, işte bu demokrasi, işte bu silah bırakma yasası, işte bu özgürlük diyeceksiniz öyle mi?
AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan Yargıtay’ın olduğu (gerçekten bu suç duyurusu ne oldu?), Yargıtay Cumhuriyet Başkanı oldu? Bu suç duyurusu için nasıl bir işlem yapıldı? Kimi Anayasa Mahkemesi üyelerinin nasıl atandığını unutun mu diyorsunuz?
Memlekette hukukun olmadığını, gündüz elimizde fenerle sokaklarda adalet aradığımızı bilmiyor musunuz?
Biz Komisyon’uz; işte demokrasi, işte barış, hukuk ve adalet budur diyecekler, peki kabul diyeceğiz. Öyle mi?
Barış, hukuk, adalet ve vicdan için Komisyon diyorsak; Sayın Sancar’ın dediği gibi ötekinin anlatısını kayıtsız şartsız doğru kabul etmek geçmişle yüzleşmek değildir.
Karşılıklı önyargılardan kurtulmanın şartı, kendi önyargılarınızdan kurtulmakla başlamalıdır.
Sadece kendi acımız ve sadece kendi mağdurluğumuz neye yaradı?
Kaç faili meçhul siyasal cinayet daha yaşanacak? Katiller hep kazanacak mı?
Cezasızlıkla sonuçlanacak kaç dava daha yaşayacağız? Bu demokrasi mi, barış mı?
Demokrasiyi didik didik ederek aşırı kutuplaştırılmış bir toplumda yaşamak yerine insan hakları ihlalleri ve cinayetleriyle yüzleşmek demek gerçekleri kabul etmektir.
Bir kişi çıksın geçmişte yapılanlardan ve yaptıklarından özür dilesin hiç olmazsa! Yok!
Barış, gerçektir. Barış istemelidir, demokrasiyi ister gibi!
Barış, demokrasi ve adalet için ne yapmalıyız?
Acılar paylaşılmalı, mağduriyetler giderilmelidir. Biraz vicdan, biraz da olsa insanlık…
Gerçeği yaşayanlar, mağdur edilenler, hayatları kayıplara karışanların geride bıraktığı acılar ve yaslar paylaşılamıyorsa, anlamıyorsak ve anlamak istemiyorsak barışın ne önemi var?
Kaç komisyon? Kaç araştırma? Kaç hakikat? Kaç gerçek? Kaç utanç?
Bir şey hiçbir şeyin, hiçbir şey herhangi bir şeyin gerçeğini ortaya çıkarmıyorsa barış neye yarayacaktır?
“Demokrasi vardır”, Türkiye “demokratik hukuk devletidir” demekle demokrasi olmuyor, demokrat olunmuyor. Hukuk devletiyiz demekle olunamadığı gibi…
Gerçekler sadece yaşayanların gerçeği, mağduriyetler sadece mağdurların, kayıplara karışanların acıları ve yasları olacaksa ve sadece yas tutanların sırtlarında hep taşınacaksa, bütün günler Cumartesi olacaksa; bu coğrafyada, bu topraklar üzerinde hep böyle yaşanacaksa; geçmişten bir gün ve bir gerçek beklemediğiniz bir zamanda, ummadığınız bir mekânda karşınıza çıkacaktır!
Sorarsa, ne yanıt verilecek? Komisyon kurduk, tarihi bir iş yaptık mı olacak yanıtınız?
Dün yaptıklarınızla yüzleşmeden bugün utançlarınızla yaşamamak ve susmaktır bu yanıt!
Ne hatırlanacak? Hakikat mi? Barış mı, demokrasi mi, insan hakları mı?
Sayın Başterzi anılan “Hatırlama, Unutma ve Hesaplaşma Üzerine” başlıklı yazısının neden yazıldığını anlatmış: “…hakikatin ancak olayın doğrudan etkilenenlerin, duyusal belleklerinden süzülerek gelenleri saygıyla ve eşdeğerlikle dinleyerek ortak bir toplumsal hakikat oluşturulabileceğini ve barış yolunun olmazsa olmazının ötekilerin “kırılgan hayat”larını anlamak olduğunun altını çizme gayesiyle kaleme alınmıştır.”.
Yazısını Susan Sontag’dan yaptığı alıntıyla bitirmiş: “Anlamak hatırlamaktan daha önemlidir, her ne kadar anlamak için mutlaka hatırlamak gerekse de…”
Mecliste oluşturan “Komisyon” ne yapacak? Adı bile tartışma konusu. Yerli ve milli mi?
Komisyon; sürekli ve kalıcı “barış” için politikaya ve bir felsefeye sahip olmalıdır. Var mı?
Şimdiye kadar olanlar; Komisyon kuruluşunda partilerin birbirini ziyaretleriyle, politikacıların fotoğraf çektirmeleriyle, o ne dedi veya ne demedi üzerinden konuşmakla, siyasi söylevlerle, boş ve hoş yorumlarla, kimin kimi önerdiği hakkındaki açıklamalarla, “hatırlamaktan” çok uzak, “anlamanın” ne anlama geldiğini bile anlamadan yapılanlardır.
Acıyı yaşamış olanlar hakikatlerin ne olduğunu bilenlerdir.
Hakikatleri hatırlayanlar, anlamayı bilirler.
Dinlemeye, anlamaya, gerçekleri ve doğruları paylaşmaya inanılmalıdır.
Böylece barışa ve demokrasiye hazır olunabilir…
Cezaevindekileri hatırlayın…Çekilenleri anlayın…Bir dirhem adaletsiz yatışlarını…
Hemen bir anda aklınıza gelen isimleri peş peşe sıralayın ve teker teker sayın…
İşte onlar, işte saydıklarınız hapisten çıkarılmalıdır. Dışarıdakilerin ilk işi budur!
Haklılıklarını kabul edin ve özür dileyin; eğer vicdanınız ve cesaretiniz varsa.
Bu düzeni yaratanlar, bu düzen sizin düzeniniz olsa bile; demokratik, laik hukuk devleti ilkelerine bağlı bir cumhuriyet rejiminden yana mısınız, değil misiniz?
Adalet istiyor musunuz? Barış istiyor musunuz? Demokrasi istiyor musunuz?
Komisyon diyorsunuz; herkes olup bitenlerden haberdar olmalıdır. Gizli saklı olmaz!
Kapalı kapılar andında demokrasi yoktur, barış kurulamaz ve hukuk ve adalet gelmez.
Ne konuşuluyor? Ne tartışılıyor? Kim ne diyor, kim ne diyemiyor? Toplum bilmeli…
Gün ışığında yaşamak, gün ışığında yönetim insan hakkıdır.
Tartışalım, hakikati bilelim…Nutuk atmayın.
Özgürlüklerinden yoksun bırakılanlar düşünülmelidir ve eşitsizlik yaratılmamalıdır.
Hukuk yoktur, geri gelmelidir. Adalet, insan haklarını korumalıdır. Var olmalıdır!
“Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar” …
Yok ettiklerinizi geri getirecek kadar cesaret sahibiyseniz; insan hakkını insana verin.
Komisyon diyorsanız; hukuk istiyorsanız, adalet istiyorsanız, demokrasi ve barış diyorsanız; yapılacak her şeyin üzerine insan kokusu sinmelidir!
Hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları; insan kokmalıdır…