Zonguldak’ın bağrı yanık Çatalağzı sakinleri işte böyle bağırıyordu kendilerine has şiveleriyle.

İstemeyoz da… İstemeyoz!..

Nasıl istesinler ki, tarım yapıyorlardı. Bağını bahçesini ekiyorlardı. Pazar yerlerinde vatandaşın sofrasına organik taze meyve,  organik yeşil sebzeler sunuyorlardı. Ama artık sunamaz oldular.

Bırakın pazarları, kendi sofralarına getirecek ne meyveleri yetişiyor, nede sebzeleri. Hepsi Termik santrallerden yayılan kapkara dumandan, etrafa yaydığı zehirden solup gitmişlerdi.

Onlar, meyve ve sebzeyi unutmuşlardı. Sağlık derdine düşmüşlerdi. Çünkü Termik santraller yüzünden soludukları zehirli hava onların akciğerlerini köreltmişti.

Onlar kendi geleceklerini değil, minicik bedenlerin içinde yaşamaya çalışan bebelerini, torunlarını düşünür olmuşlardı.

Çatalağzı sakinlerine bir değil, iki değil, üçüncü santrali bünyesinde barındırılması isteniyordu. Yani “ Siz ölün, kalan sağlar bizimdir” deniliyordu.

Ebetteki ülkemizde enerjiye ihtiyaç var, ebetteki dışa bağımlılıktan kurtulmamız lazım. Ama bunlar yapılırken de insan sağlığı ve minik yavruların geleceği düşünülmesi lazım.

Bu santraller yerleşim yerleri dışına konuşlandırılamaz mı?

Geçtiğimiz çarşamba günü Kilimli ilçesine bağlı Çatalağzı beldesinde yapılması düşünülen termik santrali için Şehircilik ve Çevre Bakanlığı yetkilileri tarafından ÇED Bilgilendirme toplantısı yapılacaktı. Olayları izlemek için bende oradaydım. Toplantı öncesi Beldenin girişinde kendiliğinden oluşan ve hiç bir sivil toplumunun iştiraki olmadan oluşan kalabalık bir halk topluluğu ile karşılaştık. Davullar, zurnalar ve ellerinde pankartlar eşliğinde haykırıyorlardı termik santrale karşı olduklarını.

“Biz termik santral değil, temiz doğa istiyoruz, Temiz deniz, temiz hava istiyoruz, Çocuklarımıza iş istedik, çocuklarımızın ölmesini değil, çevresini hor gören geleceği zor görür,” şeklindeki pankartlar minik yavruların, annelerin ve babaların ellerindeydi.

Hele Çatalağzı belediye Başkanı Adnan Akgün’ün Türk Bayrağı tabutun içinde kefeni ile sarılı bedenine ne demeli. O da Yöre halkının son nefesi, son sözcüsü olmuştu adeta. Demek istiyordu ki “ Bundan öte ölüm yok. Biz yaşıyorken ölmüşsek, yaşamamız neye yarar “ diyerek yöre halkının feryatlarını dile getiriyordu.

Peki..  62 yaşında 7 çocuk annesi, 4 torun sahibi ve eşini kaybetmiş Kara Ayşe lakabı ile tanınan Ayşe Tan’a ne demeli…

Bizim bir şey dememize lüzum yok.

O zaten söz sözlere böyle nokta koyuyordu

“  Ben 7 çocuk annesi, 4 torun sahibiyim. Eşim yok. Geçimimizi bağ, bahçe ile yapıyor ve torunlarımı okutmaya çalışıyordum. Ama maalesef şimdi tek geçim kaynağımız olan bağımız, bahçemiz santraller yüzünden mahvoldu. Bundan sonra biz ne iş ne de santral İSTEMEYOZ… O kadar “