Okumayı pek sevmeyen bir toplumuz. Konuşmayı ise çok seviyoruz. Her konuda yurttaşlarımızın söyleyecek sözleri var. Ama iş kotarmaya geldiğinde çok da çalışkan olduğumuz söylenemez. Her fırsatta tatil yapmaya bayılırız. Her ne kadar pandemi tatil iştahımızı bir nebze kısıtladıysa da, onun da bir çaresini bulmayı başardı insanımız. Kasım ayının yarısındayız. Daha bir kasımpatı bile koyamadım evdeki masama. Oysa ne kadar severim çiçeklerin içinde oturmayı; hem saksıdaki çiçekleri hem de ağacın bol olduğu, her yerden çiçeklerin fışkırdığı yerlerde sere serpe oturmayı.

Demek ki halkımdaki rehavet beni de etkisi altına almış. Cahit Külebi şöyle der bir küçük şiirinde: “Artık ne pencerem var seni koyacak/ Ne masam/ Sevgilim de yok bu şehirde/ Çiçek seni alıp ne yapsam”

O denli de acıklı değil durumum elbette. Ne var ki, bazen sevgiliden uzakta özlem bastığında yalnızlık bir alacakaranlık gibi çöker üstüme. Okumak dedik de aklıma geldi. Siyasetçiler konuşurken mangalda kül bırakmıyorlar. Lafın ucunun nereye varacağını da asla umursamıyorlar. Örneğin siyasetçinin biri Türkiye’nin en gelişmiş ülkeleri bile kıskandıracak konuma geldiğini iddia ederken Cumhurbaşkanımız da “Ekonominin kitabını yazdık” demeyi ihmal etmiyor. Bir başka bakansa ülkem insanını uzaya götürmenin hesapları içinde. Bu ülkede iktidara ilişik basın yayın organları yazılısıyla, görseliyle birbirinin kopyası haberler üretiyorsa gelişmişliğin neresinde olduğumuz da sorgulanmalı diye düşünürüm. Hemen her yazarın en azından okurlarına karşı bir sorumluluğu vardır. Ama sırtını iktidara dayamış yazarların asla böyle bir sorumluluk taşımadıkları anlaşılıyor. Henüz yakınlarda bir gazetenin başyazarı, bir başkasının ise köşe yazarı Cumhuriyet Halk Partisinin neden kapatılması gerektiğini veciz bir şekilde anlatmışlar. Siz buna mizah diyebilirsiniz ama değil. Arkadaşlar çok da ciddi. Neredeyse partiyi kapatıp Kılıçdaroğlu’nu sürgüne yollayacaklar. Tabii yandaşlığın türlüsü yaşandı bu ülkede. Tek parti döneminden bu yana. Ne kalemşorlar çıktı. Yıllar geçti çoğu unutuldu. Ne var ki, yerleri hiç boş kalmadı.

15 Kasım günü “Hapisteki Yazarlar Günü”ydü. O gün ülkemde yaşanan bir gerçeği de öğrendik. 28 yıldır cezaevinde kalan ve halen yargılaması süren bir şairin varlığından haberimiz oldu. 22 yaşında hapse girmiş ve 28 yıldır cezaevinde yatan İlhan Sami Çomak. Kim bilir daha nice duymadığımız, bilmediğimiz cezaevinde uzun yıllarını geçiren yazarlar, gazeteciler, aydınlar var. Buna karşılık iktidarımızın tutumuna saygı duyan adaletimizin adi suçlulara, adam öldüren, uyuşturucu çetelerine özel bir cömertliği var. Mesela son iki gün içinde rastladığım bir Yargıtay kararı. Evinden kaçan karısını öldüren eşin cezasına Yargıtay indirim uygulamış. Kavala’nın, Demirtaş’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını görmezden gelen yüksek mahkemelerimizin karı koca ilişkilerindeki bu hassasiyetine ne demeli bilemiyorum.

Kasım ayı benim için özellikler taşıyan bir aydır. Sevdiğimle kasım ayında evlendik. Sevdiğim kasım ayında doğmuş. Talihin cilvesi sevdiğim 2013 kasımından beri hastanede. Özdemir Asaf’ın “Seni Seyrederdim” başlıklı şiirini izninizle eşime armağan ediyorum.

Saçların uçuşurdu rüzgârdan.
Yanından seni seyrederdim.
Güneş yakardı, deniz yanardı..
Sen konuşurdun, dinlerdim.

Gülerdin..
Susardın, düşünürdün.
Benimle el-ele yürürdün..
Yol biterdi.

Görmezdim seni..
Zaman yıl yıl geçerdi.
Uzaktan, çok uzaklardan
Seni seyrederdim.