Hayatınızı kumlar, topraklar kaplar… Zehir olur, sel olur, hayatı, her şeyi yutar!

Birgün öldürülebilirsiniz!

Bir gün toprak altında kalanların cenazelerine ulaştığınızda ölü canlar etrafınızı sarabilir.  

Nefes alamazsınız. Yarın yoktur. 

Yaşam hakkı yok olunca anlaşılır ve kim neden sorumludur?

Şimdiki nesiller neden sorumludur?

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesi devlete sadece öldürmekten kaçınma yükümlülüğü değil, aynı zamanda egemenlik alanında bulunan kişilerin yaşamını korumak için gerekli tedbirleri almak yükümlülüğü yüklemiştir.  

Para kazananlar, yaşamı riske edenler, para kazanan gözü dönmüş vahşilerin iş cinayetleri sarmışsa dört bir yanımızı; yas tutmaya bile zaman bırakmayanların derdi midir insan? 

Devletin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü nedir? Yargıdan insan yaşamını koruma görevini yüklediği devlete sorumluluk hatırlatması…

 

“104. Devletin bu konudaki yükümlülüğü, bir kimseye karşı suç işlenmesini caydırıcı etkili ceza kanunu hükümlerini yürürlüğe koymak ile bu hükümlerin ihlalini önlemek, suçu bastırmak ve cezalandırmak için adli bir mekanizma kurmak suretiyle yaşama hakkını koruma şeklindeki temel görevinin ötesine geçmektedir.(…) Sözleşmenin 2. Maddesi ayrıca, belirli bazı koşullarda yetkililere başka birinin suç niteliğindeki eylemleri nedeniyle yaşamı tehlike altında olan bir bireyi korumak için önleyici operasyonel tedbirler alma şeklinde bir pozitif yükümlülük de yükler”.[i]

Öner Yıldız /Türkiye AİHM Büyük Daire Kararı (Başvuru no 48939/99. Tarih 30.11.2004) “çevre kazası” ile ilgilidir. Hatırlarsanız; tehlike doğuran faaliyetler sonucu meydana gelen ölümde “devletin yaşamı koruma yükümlülüğü” sorgulanmıştır.

Çöplük patlamıştı…Otuz yıl önce 28 Nisan 1993’te İstanbul Ümraniye’de şehir çöplüğünde metan gazı patlamıştı. Ardından meydana gelen toprak kayması sonucu Maşallah Öner Yıldız’ın evi toprak altında kaldı. Aile üyelerinden dokuz kişi ölmüştü. 

Yoksulluk içinde çöplük kıyısında yaşayan insanların ölümleri birçok davanın konusu oldu. Yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına karşılık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde devlet savunmaları hiç inandırıcı ve hukuki olamadı.

O yıllarda yaşam hakkının ihlaline karşı devletin savunmasını yapanlar ne demiştiniz?

Genel imar sorunları karşısında ortaya çıkan yasal tedbirlerin uygulanmasında belirsizlik yaratan uygulamalarınız nedeniyle daha da kötüleşen durumları anlatın!

Ümraniye'deki ruhsatsız yapıların yıkılmaması/yıkılamaması yüzünden, devlet görevlilerinin bu insanların maruz kaldıkları bilinen risklerden korumak için hiçbir önlem almadıkları sonucuna varılarak Türkiye; AİHM önünde yaşam hakkının ihlalinden mahkûm olmuştu.

Otuz yıl önce sorumlular kimlermiş?  AİHM'sinin Öneryıldız /Türkiye Büyük Daire Kararını yeniden okumak gerekiyor.

Çöplüğün patlayabileceğine dair raporlar vardı… Tedbir alınmadı. AİHM’si çöplük patlaması ve tehlikeli faaliyetin yürütülmesinden dolayı ölümcül kazayla bağlantılı olarak yaşama hakkını korumakla yükümlü olanları sorumlu saydı.

Gelecekte yaşamı tehlikeye sokma eylemlerinin işlenmesini önleyen ve caydıran önlemler almayanları ve “hukuk tarafından” insan yaşamı yeterli şekilde korunmadığından dolayı Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardı. Karara göre, Sözleşme’nin 2. maddesi bakımından yaşamı korumak amacıyla bütün uygun tedbirleri alma şeklindeki pozitif yükümlülük (…), her şeyden önce devlete ve sonra bizlere aittir.

Öyleyse, “biz bireyler olarak dünyanın kötülüklerinin suçlusu olarak doğmasak dahi, bizim yaşamımız bu dünyada hiçbir kötülüğü değiştirmiyorsa bu dünyanın suç ortakları olarak ölüyoruz demektir”. 

İnsan hakları için mücadeleye katkıda bulunmak, sadece başka insanlara karşı değil, kendi insanlık onurumuza karşı bir görevdir.

Dünyadaki yaşamın korunmasından “şimdiki nesiller” sorumludur.

Unesco Genel Konferansı tarafından 12.11.1997 tarihinde kabul edilen Şimdiki Nesillerin, Gelecek Nesillere Yönelik Sorumluluk Bildirgesi Madde 4 düzenlemesine göre “Şimdiki nesiller, insan faaliyetleri sonucu günün birinde geri dönüşsüz biçimde zarar görmüş hale gelmeyecek olan bir Dünyayı gelecek nesillere bırakmak sorumluluğu altındadır. Dünyayı geçici olarak miras alan her bir nesil, doğal kaynakları makul biçimde kullanmak suretiyle Dünyayı gözetmek ve eko-sistemlere zarar verici değişiklikler suretiyle yaşamı tehlike altına düşmemesini ve tüm alanlarda bilimsel ve teknolojik ilerlemenin Dünyadaki yaşama zarar vermemesini temin etmek zorundadır.”[ii]

Bu yüzden şimdiki nesiller gelecek nesillerin sağlığını yahut bizzat varlığını tehlikeye düşürebilecek kirlenmeye maruz kalmamalarını temin etmek zorundadır.

Ceplerinden ve yaşamlarından kum dökülenler…

Kumdan alınıp toprağa verilen çocuklar…

 

Gökyüzündeki kuşlar…

Gazetecilik;  sanki başka bir şey, sanki başka şeyleri hak hukuk adalet demeden öğreten söyleşilerle hayatı ve acıları paylaşmak ve anlatmak. Anlatabilmek!  

Hürriyet Gazetesi 11 Şubat 2024 Pazar ekinde gazeteci Gizem Çoşkunarda böyle bir şey yapmış. “Çocuklarımızı kumdan alıp toprağa verdik” diyen, çocuklarını kaydeden annelerle buluşmuş, anlatmış.

 

“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden 26 çocuk voleybol turnuvası için gittikleri Adıyaman’da 6 Şubat depremine yakalandı. Yataktan kalkmaya bile fırsat bulamayan çocuklar, 10 saniye içinde kum yığınına dönen İsias Otel’de can verdi. Antrenörleri, onlara eşlik eden bazı yetişkinler de o kum yığının altında hayatını kaybetti. 39 kişilik kafileden 4 yetişkin hayata tutunmayı başardı. Kaybettikleri çocuklarının ardından ‘Şampiyon Melekler’ adlı bir dernek kuran ve adım adım davayı takip eden annelerle Kıbrıs’ta buluştuk...”

Gazeteci anlatıyor; “ Deprem zamanında Hatay’ı yakından görmüş, orada günler, geceler geçirmiş, çok acıya tanıklık etmiş bir muhabir olarak söyleyebilirim ki bu haber meslek hayatımın en zor söyleşiydi. Hepsinin tek bir sorusu var: “Bizim çocuklarımız neden dönmedi?”

 

Çocuklarımızı kumdan alıp toprağa verdik!

Doruk ve Alp’in annesi Ayşe Akın:  ‘Oğlumun kazağının cepleri kum doluydu, ağlaya ağlaya yıkadım’: “Biliyor musunuz günlerce enkazın altında kalan çocuklarımızın bedenleri o kadar iyi durumda çıktı ki. Ne bir sıyrık ne başka bir zarar yoktu bina bir kum yığını olduğundan. Raporlardan ortaya çıkana göre dereden çektikleri kumla yapmışlar binayı. Çocuklarımızı kumdan alıp toprağa verdik!”

 

Cepleri kum doluydu….

 

Kaan Selim’in annesi Serap İş: “Benim oğlumun önce hiçbir eşyası gelmemişti, sonradan bir çanta ve kazağı geldi, cepleri kum doluydu, ağlaya ağlaya yıkadım. İçinden çıkan bazı çakılları saklıyorum; bir çantası var hiç dokunmadım, her yanı kum…”

Kuş sürüsü bizi takip ediyor….

‘Adıyaman’a gittiğimizde bir kuş sürüsü takip etti bizi, onlar çocuklarımızdı’ diyor Selin’in annesi Ruşen Yücesoylu Karakaya:  “Adıyaman’a dava için gittiğimizde her yerde bir kuş sürüsü takip etti bizi. Mahkeme günü dışarıda dururken de yukarıdaydılar, otobüsle giderken de. Onların çocuklarımız olduğuna inanıyoruz, kendimize inanacak bir şeyler buluyoruz. Hep onlardan bir mana arıyoruz.”

Kumlar, topraklar ve kuşlar…

Çocukların kazaklarında, ceplerinde, çantalarında kumlar vardı…

Bazı toprakların üstünde kuşlar uçmuyor…

Toprak siyanürlü, topraklar zehirli.

Ceplerde, kazaklarda, ceketlerde, baretlerde, sefertaslarının içinde toprak var!


[i] Maıorana ve Diğerleri- İtalya (Başvuru No 28634/06 15 Aralık 2009 Kesinleşme 15.3.2010.

[ii] Prof.Dr. M.Semih Gemalmaz. Ulusalüstü İnsan Hakları Hukuku Belgeleri. Legal. II Cilt, İstanbul 2010. Madde 4 Sayfa 1227