Herhangi bir düşüncenizi yazıya dökmek istediğinizde ilk akla gelen “Ne yazmalı” değil de “Nasıl yazmalı” oluyor. Çünkü düşüncelerin açıklanmasından tedirgin olan, yazmak, çizmek eylemine karşı duran bir iktidarımız var. Şimdilerde yine yazarları, gazetecileri, sosyal medyayı daha geniş bir söylemle yazılı ve sözlü bütün medyayı kendi düşünceleri doğrultusunda disiplin altına almayı hedefliyor iktidar. Yani muhalif diye tanımladıklarına şunu demek istiyor: Bundan böyle eleştiri yapmaksızın iktidar çalışmalarını övmek serbesttir. Siz de çiçek, böcek, doğa betimlemeleri üzerine istediğiniz gibi yazıp çizmekte serbestsiniz. Yeter ki yurttaşımızın kafasını karıştıracak demokrasi, hak ve özgürlükler, eşitlik gibi kavramları asla kullanmayın. Aksi halde yeni çıkaracağımız yasa çerçevesinde ceza alacaksınız. Başka bir deyişle cezalardan ceza beğenin. İşte böyle sevgili dostlar. Yazmak, hele de bizim ülkede öyle al eline kalemi yaz başına geleni türünden kolaylaşacak. O zaman ülkede bir yazar patlaması beklenebilir.

Şaka bir yana durum ciddi. Toplumda nicedir görülen nefret duyguları giderek tavan yapmaya başladı. Siyasetçilerin itişli kakışlı, küfürlü konuşmalarına alışmıştık alışmasına da nefret söyleminin bu denli derinden insanlara işlenebileceği doğrusu pek aklımıza gelmemişti. Genelde ulusları içinden kemiren kötülüklerin başında ırkçılık gelir. Çünkü ırkçı kendi genetik yapısına uygun olmayan siyahları, Kızılderilileri, çekik gözlü soluk benizlileri, eşcinselleri gezegende yaşamaya hakkı olmayan insan türlerinden sayar. II. Dünya Savaşı’nın Nazi dönemini anımsayın; ırkçılığın içinde nefret vardır. Sevgisizlik, kıskançlık vardır, amaç için her tür şiddete başvurmak vardır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Nazizm ve Faşizm yargılandı. Ancak bir barış yüzyılı olacağı düşlenen 21. yüzyılda ırkçılık yeniden hortladı. Faşizm ve Nazizm sevicileri de öyle. Sağ iktidarların çoğalmasıyla da tek adamlı otoriter devletler çıktı ortaya. İnsanın insana kıydığı günleri geride bıraktık zannederken şimdi yeniden katliamlar başladı. Ülkemde faili meçhul cinayetlerin üzerinde iktidar cephesi konuşmamakta, dosyaların yeniden açılmasına da ısrarla karşı çıkmaktadır. Yüzleşmeden korkan devletlerin çağdaş demokrasilerde yeri olmadığı bilinse de ülkemizde yaşayanlar bu konuda suskunluğu yeğliyorlar.

Uluslararası hukuk alanında günümüzde en çok tartışılan konulardan biri belki de başlıcası “nefret suçları”, “nefret söylemi” dir. Bizim siyasetimizde nefret dili pek sık kullanılır. Ama geçtiğimiz hafta ilk kez Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanının Trabzon konuşması sırasında bir çocuğa nefret söylemi için kürsüde konuşma fırsatı verildi. 10 yaşındaki çocuk ana muhalefet liderine hakaret etti. Doğrusu insanın tüylerini diken diken eden bir olay. Biliyorsunuz Ortadoğu’da çocukları eline silah verip savaşa sürüklediler. Nefretin boyutları öylesine yükseldi ki endişem bizde de çocukların siyaset arenasına fırlatılıp atılıvermesi. Çünkü ülkemde hal ve gidiş hiç de iyi değil. Kin, nefret söylemi almış başını gidiyor. İnsanlar bir yandan sağlıksız bir siyasetin getirdiği öfkeyle sarmallanmışken, bir yandan da her gün biraz daha artan salgının etkisiyle psikolojisini yitirmekte. Sonuç mu, bekleyip göreceğiz.

Yazıyı Edip Cansever’in bir şiiriyle bağlayalım. “Bir Taş Atarsın”

Bir taş atarsın, taş nereye düşerse

Mutlaka bir köşebaşıdır

Çünkü yüreğin daralmıştır ve kıştır

Kullanılmamış bir sicim gibidir soğuk

İşte bak her kestaneciye sapsarı bir köşebaşı kalmıştır.

Şimdi bir şamandıra denizin yüzünde

Durulmamış bir anı gibi kendini salmıştır.

İçimizde birbiriyle konuşan yaprak bolluğu

Yalnızlık bir başına kalmıştır.