Karanlık, puslu havalardan sonra ilk kez mayısın son günlerinde güneşle barıştık. Her ne kadar güneş ışığında kemiklerimiz yeterince ısınmadıysa da hiç değilse yüreğimiz ısındı. Umarım önümüzdeki günlerde bizi pandemisiz bir yaz bekliyor olacak. Doğanın canlılara armağan ettiği güzelliklere evet de, insanın insana, hatta hayvanıyla, bitkisiyle doğanın bütününe ettiği kötülükler hiç mi hiç değişmiyor. Dolayısıyla bir yandan yaz geliyor diye sevinirken bir yandan da toplumun üzerine çöken geleceğe yönelik sıkıntılar da peşimizi bırakmıyor. Varsıl kesimi bir yana koyarsak, ülkenin çoğunluğunu oluşturan yurttaşlar açlıkla, yoksullukla, işsizlikle, pandemi sonrası üstlerine çöken depresif hastalıklarla boğuşup duruyor. Siyasi liderlerimizden biri “Ben yurttaşın zenginini severim” demişti. Günümüz iktidarının da aynı çizgiyi izlediği çok açık. Az gelirlilerin, iş bulamayanların, hatta ekmek bulamayanların derdine çözüm aramak şöyle dursun, tersine peş peşe gelen gıda, akaryakıt, doğal gaz, içki ve sigara zamları ile onları yoklukla sınava çekmektedir. Yurttaşın yaşantısını umutsuzluk içinde geçirmesinden mutluluk duyan kişiler de mi var bu ülkede diye düşünmeden edemiyorum.

İktidar nicedir sosyal medyanın nefesini tıkama konusunda hazırlıklar yapıyor. Bunlardan biri de düşünceyi ifade özgürlüğünün -ki birçok özgürlük gibi bu özgürlük de zaten kullanılamıyor- önüne yeni engeller getirebilmek. Yapılmak istenen şu; sosyal medyada akan bilgiler içinden hoşa gitmeyenleri seçip “Bu dezenformasyondur” diye cezalandırmak. Oysa günümüz medyasında en çok yalan haber iktidara bitişik yayın organlarında yapılıyor. Gerçekler ters yüz ediliyor. Gerçek haberler ise anlaşılan “yalan” diye engellenecek bu yeni yasa ile. Böylece yalanların halktan gizlenmesi sağlanacak. Sosyal medyada yalan haber yayımlanıyorsa bunu önlemek elbette kullanıcıları korumak açısından doğrudur da peki dezenformasyonu yapan iktidarsa ne olacak? Bu gün gibi ortadayken sosyal medyada yalan haber var diye yalanlara kılıf hazırlamak tuhaf bir tutum değil mi?

Ülkenin dört bir köşesinde vicdanını yitirmemiş aydınlık insanlar adalet nöbetleri tutuyorlar. Adaletin olmadığı bir ülkede demokrasinin yeşermeyeceğini, hak ve özgürlüklerin korunamayacağını biliyorlar da ondan. Yaşadığımız günlerin sıkıyönetimlerden, OHAL’lerden hiçbir farkı yok. Evrensel hukuk geçersiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları geçersiz. Eli kanlıların, tacizcilerin, şiddet yanlılarının adliyelerden kolaylıkla salıverildiğine ise tanıklık ediyoruz. Toplumun yeni bir toparlanmaya gereksinimi var. Bunu ülke çapında yapılacak bir seçim sağlar mı? Bilemiyorum. Ama öyle bir noktaya geldik ki artık insanların rahatça soluk alabilmeleri için bir şeyler yapılmalı. Raydan çıkmış görünen iktidar da, günlerini lafla geçiştiren muhalefet de kendine gelmeli de nasıl?

Yalandan söz ettiğimize göre bu yazıyı da Nâzım Usta’nın unutulmaz şiirlerinden ‘Ellerinize ve Yalana Dair’ şiirinin son bölümü ile bitirelim:

“İnsanlarım, ah, benim insanlarım,antenler yalan söylüyorsa,yalan söylüyorsa rotatifler,kitaplar yalan söylüyorsa,duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,dua yalan söylüyorsa,ninni yalan söylüyorsa,rüya yalan söylüyorsa,meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,ses yalan söylüyorsa,söz yalan söylüyorsa,ellerinizden başka her şeyherkes yalan söylüyorsa,elleriniz balçık gibi itaatli,elleriniz karanlık gibi kör,elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,elleriniz isyan etmesin diyedir.”Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımızbu ölümlü, bu yaşanası dünyadabu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.