Acılarla yoğrulan bir coğrafyada insanlığı, insana sevgiyi barış ve huzuru arar hale geldik. Bölgesel savaşlar, mezhep çatışmaları, siyasetçilerin din sömürüsü insanı insana kırdırıyor. Oysa birçok medeniyete yerleşim vermiş, tarih ve kültür zengini, bereketli topraklarda soluk alıp veriyoruz. Bu yadsınamaz gerçek unutturuluyor. Tıpkı yine bu topraklarda güç odaklarının tezgahı ile işlenen cinayetlerin, yakıp yıkmaların da üstünün örtülmek istenmesi gibi. Günümüzde Orta Doğu’da yine kıyımlar var. Emperyalist ülkelerin bu hassas bölge için yaptıkları masa başı planları uygulamada fiyasko ile sonuçlandı. Saddam gitti ama bugün Irak’ta hayaleti dolaşıyor. Şeriat devleti isteyen örgütler çoluk çocuk kadın demeden katliam yapıyor. Yakın zamana dek ABD, Batı ve Türkiye iktidarları,  El Kaide örgütünü bile yetersiz gören aşırı dinci unsurları bu kez Suriye’de Esad’a karşı kullanmanın hesapları içindeydiler. Şimdi karşılarında Orta Doğu’yu kan gölüne çeviren bir canavar yaratıldı. 21.yüzyılda cehaletin vardığı bu korkunç boyutta iç ve dış güvenliğimiz de tehlike altında. Devlet çarkı da, siyasetçilerimiz de aymazlık içinde. Kendisi ile yüzleşemeyen, kamuoyundan bilgi saklayan, şeffaflıktan uzak bu yönetim biçiminin adını koymak da oldukça zor.

 

2 Temmuz. 1993 yılında Sivas’ta yaşananları bir kez daha belleklerimizin süzgecinden geçirmeliyiz. 37 cana mal olan katliamı, bu insanlık utancını, yüreğimiz acıdan burkulsa da bir kez daha var gücümüzle dile getirmeliyiz. Ölümlere neden olan asıl failleri ortaya çıkarmalıyız. Sivas’ta Madımak otelinde kültür etkinliğine davet edilen şair, yazar, çizer, fotoğraf sanatçısını din kisvesi altında bir grup meczup diri diri yakmaya çalıştı. Kolluk güçleri önlem alamadı, polis seyretti. Otele en çok üç beş kilometre uzaklıktaki askeri birlikler de müdahale etmedi. Madımak otelinde alevlerden ve dumandan yaşamını yitirdi insanlar. Tam 37 can. Kimileri canını güçlükle kurtardı. Yetkililer, oteldeki yazar ve sanatçıların halkın inançlarını tahrik ettiğini öne sürüyordu. Burada ‘tahrik’ ve ‘hassasiyet’ sözcüklerine ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Ülkede hemen tüm faili meçhul cinayetlerde, gazeteci ve aydınları hedef alan katliamlarda, gençlere yönelik yargısız infazlarda devlet mekanizmalarının savunmalarının temelini oluşturdu bu iki sözcük. Sonuçta bir gurup için dava açılırken asıl failler, azmettirenler gözden kaçırıldı.  Katiller gözden kaçırıldı 2 Temmuz sonrası. Bir kısmı yurt dışına kaçtı. Kimi de mahkemece aranırken Sivas kentinin göbeğinde evinde yaşamını sürdürdü. 37 yurttaşımız öldü. Medyanın ve vatansever (!) gazetecilerin bir bölümü  “olan olmuştur, toplum barışı için artık üzerinde durmayalım” türünden yazılar yazmaktan utanmadılar. Madımak oteli çağdaş bir demokraside gelecek kuşaklar için bir “Utanç Müzesi” olmalıydı. Olmadı elbette.  

 

Şimdi Madımak otelinde yitirdiklerimizi yüreğim yanarak özlemle anıyorum. Asım Bezirci’nin her zaman gülümseyen dost yüzü gözümün önünden gitmiyor. Metin Altıok ve Behçet Aysan’ın şiirlerini yeniden daha bir özenle okuyorum. Ve öteki tüm sanat insanları yaşıyor olsalardı kültürümüzün dağarına daha ne kadar artı değer katacaklarını düşünmeden edemiyorum. İnanıyorum ki gerçek yurtsever aydınlar, umudumuz gençler Madımak katliamını unutturmayacaklar. Gezi Parkı dolayısıyla öldürülen gençleri, çocukları da. Acıyla yoğrulmuş  bu toprakları barışın, kardeşliğin yeşerdiği bir bahçeye çevirmek bizlerin yani  halkların elinde. Sistemin dayatmalarına karşı aymazlıklardan sıyrılmanın ve dik durmanın zamanıdır.

 

Madımak’ta yaşamını yitiren şair Metin Altıok’tan bir şiirle sonlayalım yazıyı. “Hoşça kal Bingöl 

Hoşçakal Bingöl şehri, sen hoşçakal

Dün gibi geldimdi bir valizle sana.

Elimde suyu çekilmiş bir portakal

Ve birkaç yağ lekesi pantolonumda,

Yüzümde ak düşmüş, üç günlük sakal,

Yüreğimde sızlayan kırık bir aşkla.

 

Bir şehri bırakıp göçerken başkasına;

Umuda sinmiş bir hüznün kokusudur

Yayılan köşe bucak evin her yanında,

Duyulan sanki bir sınav korkusudur,

Mukavva kutular ve denkler arasında.

Sonunda bir şey mutlaka unutulur.

 

Yüreğimde sızlayan kırık bir aşkla,

Yüzümde ak düşmüş üç günlük sakal,

Dün gibi geldimdi bir valizle sana.

Bırakıp gidiyorum şimdi nem varsa.

Hoşçakal Bingöl şehri, sen Hoşça kal,