İnsanın sevdiği bir işi varsa ondan ayrılmak bir hayli zordur. Adına ister emeklilik deyin, ister yaşlılık dolayısıyla kimi organlarınızdaki yetersizlik deyin. Ama yine de sonuçta o sevdiğiniz işten ayrılırsınız. Gazetecilik halkın haber alma hakkına saygılı ve doğru bir biçimde yapıldığında ise çok keyifli bir iştir. Bu hem çalışanlar için, hem de okurlar için geçerlidir. Bir söz vardır “Gazetecinin emekliliği olmaz”. Bizimki de öyle. Henüz aklımız başımızdayken, elimiz kalem tutuyorken; mekan da değiştirmiş olsa gazetecilik hevesi, tadı yakamızı bırakmıyor. Nereye kadar? Bunu elbette zaman gösterecek. Ama şu içinde bulunduğum koşullarda baharı andıran güneşli bir havada insanın kendisine ayıracağı bir zaman parçasını yazmaktan, okumaktan, müzikten başka bir şeye ayırmasını düşünemiyorum bile. Ben de yazılarıma devam etme kararını alırken hep bunları düşündüm kafamdan.

İki üç gündür kendi şairlerim, kendi yazarlarım diye bellediğim edebiyatçılara ayırdım zamanımı. Mesela ömrünün büyük bir bölümünü kırsalda geçiren doğa aşığı İlhan Berk gibi. Ya da şairliği, düz yazıdaki ustalığı bir yana düşün insanı olmasıyla da ayrı bir yere koyduğum Melih Cevdet Anday’ı. Ya da Edip Cansever’i, Gülten Akın’ı, Orhan Veli’yi, Metin Eloğlu’nu. İlhan Berk iyi bir şairdi, iyi de bir ressam tablolarından fışkıran renk cümbüşü hep etkilemiştir beni. Yapıtlarında doğadan her türlü rengi görmek mümkündür. Şiirleri ve bilgece yazdığı metinleri keyifle okunur, zekice kotardığı aforizmaları da öyle. Şimdiler de onun “Kült” kitabını ve şiirlerini yeniden, yeni tatlar alarak okuyorum.

Anlayacağınız dostlar böylece kendimi siyasetin çıkmaz sokaklarında kaybetmemiş oluyorum. Ülkemin her gün biraz daha erozyona uğramasına üzülüyorum elbet. Ama emekçilerin hakkını yiyen zorba bir iktidarın daha nereye kadar gideceğini de kestiremiyor aklım. Bu hafta anılarımızda kötü izler bırakan acı bir yıl dönümünü de yaşadık. 6 Şubat depremini, yaşamını yitiren insanlarımızı andık. Yıkılan kentlerimizi de elbet. Deprem dolayısıyla zarar gören kentlere yardımların ne kadarının ulaştığı, bundan sonra olası depremlere karşı ne gibi önlemler alındığı ise bilgilerimizin dışında.

Şimdilerde ülkemiz coğrafyasında acılar hiç bitmiyor, üstelik de giderek artıyor. Toplumumuzun yüz akı insanları yine cezaevlerinde çile dolduruyorlar. Barışa değil kavgaya, çatışmaya dayalı bir zihniyetin Türkiye’yi nereye götüreceği ise meçhul. Önümüzde bir yerel seçim var. Göreceğiz seçim sonuçlarını. Dürüst belediyecilik mi kazanacak yoksa rant avcıları mı? Belki bu seçim de halkımız için yeni bir sınav olacak. Bugünlük bu kadar sevgili okurlar. Yazıyı yine bir şiirle sonlayalım. Lafı İlhan Berk’le açtık İlhan Berk’in bir şiiriyle bağlayalım. “Akşamla bir sap fesleğen”

“Biri aramış beni, dedi, kim olabilir ki?”

Bir sap fesleğeni görünce, kapıda sokulu.
İple tutturduğu kapıyı itip açtı. Bakındı.
Üç yaprak daha düşmüştü asmadan. Üç kuru yaprak.

Çatlamış narları gördü, yeni görüyormuş gibi.
Mutfağa bıraktı elindeki soğanları, tuzu.
“Akşam olmuş,” dedi sonra, odaya girince.
Gitti üstünü değişti, lambaya gaz koydu.
Odun attı ocağa, tutuşturdu. Komşudan
sesler geliyordu. Balık mı kızartıyorlardı?
Oturdu sonra elinde akşamla o bir dal fesleğen.