Hakkaniyet, hak ve adalete uygunluk demektir, doğruluktur.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin açıkladığı hakların evrensel ve etkin olarak tanınmalarını ve uygulanmasını hedef alan ve söz vermiş olan bir devletin yargısı insan temel hak ve özgürlüklerine bağlı kalmalıdır. Hakkaniyetli olmalıdır.
Devletin yargısı hakkaniyete uygun davranmalıdır. Kararları hakkaniyet yaratmalıdır.
Herkesin hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlaması şart olan devletler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. Maddesinin yaşama geçirilmesini görev olarak kabul etmelidir.
Hakkaniyetli yargılanma hakkının var olması yetmez, mutlaka uygulanmalıdır.
Adil yargılanma hakkı ayrıca hakkaniyete uygun yargılanma hakkıdır. İçinde hakkaniyet vardır, hukuka ve adalete uygunluk vardır. Daha açıkçası, içinde insanlık vardır.
Ulusal mahkemeler eğer bir davanın esasına ilişkin bir “yanlışlık” yapmışsa bu hata, bu yanlış uygulama 6. Maddede yer alan usuli güvenceleri etkilemişse; ulusal mahkemeler esasa ilişkin kararın adilliğini etkilemiş demektir. İşte bu aşamada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi / Anayasa Mahkemesi esası etkileyen bu hataya, bu yanlış uygulamaya “müdahale” eder. Eğer ulusal mahkemenin kararı “keyfi ya da açıkça makul olmayan” bir karar ise hakkaniyette uygun yargılanma hakkı ihlal edilmiş demektir.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin Tayfun Kahraman bireysel başvurusu üzerine verdiği 31.07.2025 ve 2023/98215 B.B (R.G 17.10.2025-33050) nolu kararına geri dönelim…
Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruda önce kabul edilebilirlik incelemesini yapmıştır. AYM, "Hak arama hürriyeti" başlıklı Anayasanın 36. Maddesinin "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." düzenlemesini başvurunun değerlendirilmesinde esas almıştır. Bu sebeple Başvurucu Tayfun Kahraman başvurunda yargılamanın bütününü dikkate alarak hakkaniyete uygun yargılanma güvencesi yönünden incelemiştir. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi’ne göre adil yargılanma hakkı, temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (Karar Bölüm 36). Anayasa Mahkemesi; adil yargılanma hakkı kapsamında sağlanması gereken usule ilişkin güvencelere yönelik olarak kabul ettiği başvurunun ve “bu değerlendirmelerden hareketle yargılamanın esası bakımından bu aşamada bir çıkarım yapılamayacağına dikkat çekmek gerekir” görüşündedir. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki bazı usule ilişkin güvencelere yargılamada uyulmamasının bir bütün olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştır.
Yargılama süreci ve verilen karar, hak ihlalidir.
AYM kararına göre; hak ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda delillerin dava ile ilişkisini kurma, bunları değerlendirip sonuç çıkarma ve bu sonuca dayalı olarak beraate ve mahkûmiyete karar verme yetkisi ilgili ilk derece mahkemesi olan Ağır Ceza Mahkemesine aittir.
Anayasa Mahkemesinin bu kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsızdır. Hak ihlali kararıdır ve ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması şarttır.
Anayasa Mahkemesi; ilk derece mahkemesi olan İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesinin kararıyla hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal ettiğine göre bu yargılamanın sonunda tutuklama kararı verilerek halen hükümlü olarak cezaevinde bulunan Tayfun Kahraman’ın özgürlüğünün geri verilmesine ve cezaevinden tahliye edilmesine karar vermesi gerekirdi. Bu kararın verilmemiş olması; hakkaniyetli yargılanma hakkı ihlalidir.
Çünkü Anayasa Mahkemesinin 21.12.2023 tarihli 2023/99744 B.B nolu kararında belirtildiği üzere:
“Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına rağmen hâlen mahkûmiyet hükmünün infazı kapsamında hükümlü statüsüyle ceza infaz kurumunda tutulmaktadır. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ile başvurucunun ceza infaz kurumunda hükümlü statüsünün devam ettirilmesi hukuki dayanaktan yoksun hâle gelmiştir. Anayasa Mahkemesi kişilerin -Anayasa Mahkemesi kararına rağmen- özgürlüklerinden yoksun bırakılmaya devam edilmelerini, tutulmanın keyfiliğine sebebiyet veren bir durum olarak kabul etmektedir.
Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfî olmaması, olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde dahi uygulanması gereken temel bir güvencedir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 347; Kadri Enis Berberoğlu (3), §§ 132, 133). İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisi dâhilinde kalan bir dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine göndermesiyle başlayan, Dairenin de Anayasa hükümlerini göz ardı ederek verdiği bir kararla şekillenen bu süreç Anayasa'nın sözüne açıkça aykırılık oluşturmuş ve neticede başvurucunun keyfî olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasına yol açmıştır. Bu durumda başvurucunun hükümlü statüsüyle hâlen ceza infaz kurumunda tutulması Anayasa'nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin güvencelerin yer aldığı 19. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.”
Anayasa Mahkemesi bu nedenle Tayfun Kahraman hakkında tahliye kararı vermeliydi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Tayfun Kahraman hakkında tahliye kararı vermeliydi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi yargılama yenilenmesi hakkını tanımalıydı.
Anayasa Mahkemesi ve ilk derece mahkemesi bu kararları vermediler.
Daha önemlisi taleple ilgili olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi “ek karar” verdi. Anayasa mahkemesinin hakkaniyete uygun yargılamanın ihlal edildiği kararından sonra ve AYM kararına karşı böyle bir karar verilemez.
İlk derece mahkemesi ilk kararında ve Yargıtay kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik oluşturan bir hususun bulunmadığı” kanaatindedir. AYM'nin ihlal kararının gerekçesine göre değil aksine; Anayasa Mahkemesi Kararının karsı oy yazısında da yer alan aykırı görüşlere atıf yapılmaktadır. Delilleri “değerlendirme” ve delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin “esasen ilk derece mahkemelerine aittir” görüşüyle Anayasa Mahkemesinin “süper temyiz” mahkemesi olmadığı görüşüyle Anayasa Mahkemesi kararının reddine ilişkin gerekçe oluşturmuştur. İlk Derece Mahkemesi; Anayasa Mahkemesinin somut olayda hak ihlali kararı verirken adeta temyiz makamı gibi hareket ettiğini hem Anayasa'ya hem de kanunun emredici hükmüne açıkça aykırı hareket ederek "Yetki Gaspı"nda bulunduğu görüşündedir (İst.13 ACM 2012/178-178 Karar 6.11.2025). Bu karara itiraz edilmiş ancak 14 Ağır Ceza Mahkemesi itirazın reddine karar vermiştir. Bütün bunlar bir kısım görüşler açısından ve Anayasa Mahkemesini yok sayma anlayışının tekrarıdır. Anayasanın ihlalidir.
Bu gerekçelere dayalı kararlar hakkaniyetli yargılanma hakkına aykırıdır.
Diz çöktürülmüş hukuk, elinde kılıcı ve terazisiyle durduğu yerde duruyor.
Diz çöktürenler, gözbağını açıyorlar…
Adalet tanrıçası, önce hukukun perişan halini görüyor.
Sonra kendisine diz çöktürenlere bakıyor…
İşte o bakışla, diz çöktürenler çöküyorlar…
Çürüme başlıyor. Tekrarların tekrarıyla hakkaniyetsizlik kapısı ardına kadar açılıyor.
Böyle bir hikayedir yaşananlar.
Ama hukuka diz çöktürenlerin yaptıkları, yaşanan acı bir gerçektir.
Öyle ki adil olmak, ahlaklı olmak, etik olmak yok edilmiştir.
Sonra adalet, hukuk, demokrasi ve adil yargılanma hakkı yok edilmek istenmektedir.
Yargının bütün kaleleri zaptedilmiş, mahkemeler ve hatta hapishaneler ve tel örgüler üzerinden uçan kuşlar, özgürlükler ve vicdan hapsedilmiştir.
Hakkaniyet, hapistir…
Hakkaniyete uygun yargılanma hakkını sağlayamayan hukuk hapistir, çökmüştür.