KANDİLLLİ

Hava muhalefeti veya benzeri bir aksaklığın olmadığı zamanlarda, haftanın bir iki günü yapılabilen deniz yolu ile ulaşımı bir kenara koyarsanız, o yıllarda kasabadan başka bir şehre gidebilmenin iki yolu vardı.

Şehirden çıkabilmek için ya Potbaşı ya da Kemer köyü tarafını kullanmak zorundaydınız.

Bir tarafta bilinen en yakın yerleşim yeri Alaplı diğer tarafta Kandilli vardı.

Şimdilerde ikisinin de Kasabaya uzaklıkları neredeyse aynı mesafededir ama o zamanlar durum biraz farklıydı.

Kasabadan Alaplı’ya gidebilmek için en az bir buçuk saatlik sıkıntılı bir yolculuk yapılırdı.

Potbaşı’ndan ( O zamanlarda olmayan şimdiki Gülüç köprüsünün biraz üst tarafında çayı geçebilmek için iki kıyı arasında gerdirilmiş metal bir halat vardı. Botlar (Sandal) bu halat yardımıyla karşıdan karşıya gidip gelirlerdi, bu isim oradan kalmıştır) sola dönülüp Gülüç ırmağı kıyısından Çolaklar altı denilen yere kadar gidildikten sonra, derme çatma bir köprüden çayın karşı kıyısına geçilir, tek aracın geçebildiği tozlu topraklı şose yoldan Osmanlı, Eleşler, İncivez köylerine de uğrayıp Alaplı’ya ulaşılırdı.

Diğer taraftaki Kandilli, kasaba için her zaman önemli olmuştur.

Kasabanın en önemli Hafıza Duraklarından birisidir.

İkisini birbirinden ayırmak, ayrı düşünmek mümkün değildir, doğru da olmaz.

Buraya ulaşımda, gidip gelmede Laz Ahmet’in, Şoför Ziyaettin’in kamyondan devşirme otobüsleri işe yarardı da, çok zorlanılırsa yürüyerek bile gidip gelinebilirdi.

1950 li yılların ortalarından itibaren günün üç vaktinde düzenli sefer yapan, hiçbir hava engelini de tanımayan kara tren’in seferlerine başlamasıyla işin çehresi tamamen değişmişti.

Bu yeni gelişme ile birlikte, Kasaba ile Kandilli arasındaki fiziki mesafe de ortadan kalkmış oldu

Artık Kasabadan sabah işe gidip, akşam Kasabadaki evine gelenlerle beraber,

Kandilliden sabah treniyle kasabaya gidip alışverişini de yapıp akşam evine geri dönenler,

Sabahın erken saatindeki ilk trenle kasaba’daki ortaokula, orta sanat okuluna gidip, akşam Kandilli’deki evlerine dönen öğrenciler dönemi başladı.

……………………….

O zamanlarda Kandilli denilince Aşağı Kandilli anlaşılırdı.

Hastane, Okul, Pansiyon, Misafirhane, Marangozhane, Kasap, Manav, Berber, Sinema, Bakkaliye (Ekonoma), Bürolar, Lojmanlar velhasıl yaşamın ve iş yerlerinin tamamına yakını Aşağı Kandilli’deydi.

Bölgede yaşayanların, çalışanların içerisinde elbette dışarıdan gelenler de vardı ama ahalinin neredeyse tamamına yakınının kökleri Kasabadaydı. Onlar kökten Kasabalı ailelerin uzantılarıydı, Kasabanın evlatlarıydı.

…………………

Kandilli’nin tek okulu ilkokul, kasabalı ailelerden Baycıkların Kandilli de çalışıp yaşayan evlatlarından Eyüp Baycık’ın ormanın alt tarafındaki evinin yakınındaydı.

Hastane, ilkokul öğretmeni Kasabanın Murtaza Mahalle’sinden Sabri Anıl’ın evinin yanındaydı. Saim Doğan’ın büyük kızı Günay Hemşire görev yapardı. Yakınlarında Pansiyon da vardı.

Misafirhanesi vardı. Futbol takımı kaptanı Sinemacı Yüksel’in babası Aşçı Hasan yemekleri yaparken, lakabı Lord Nazmiye ile İtalyan asıllı Halide Hanım ona yardımcı olurdu. Bu iki hanımın dostluğu daha sonra çocuklarının izdivaçlarına kadar gitmişti

İlkokulun Müdürlüğünü Süleyman Baycık’ın Abisi’nin eşi yani yengesi Hacer Hanım yapıyordu,

Şahver Hanım, Emine Özüntürk, Kasabadan Mazlumcu’ların Hasan Hoca Cumhuriyet aşığı efsane öğretmenlerden bazılarıdır. Hasan Hoca Kandilli’de ikamet etmemiş, kasabadaki evini Kandilli’ye taşımamış, yürüyerek de olsa kasabadan Kandilli’ye gider gelirmiş.

………………………..

Bölgenin tek ilkokulu 1954 - 55 yılında Yayla mahallesindeki şimdiki yerine taşınıyor.

Kandillide henüz ortaokul yok. İlkokulu bitiren öğrenciler ortaokul veya sanat okulunun orta kısmında okumak için sabahın erken saatinde, akşam vardiyasından çıkan işçileri Kasabaya götüren trenle okula gidiyorlar, akşam treniyle geri dönüyorlar.

1956-57 yıllarında içlerinde Ergin-Şule Özman kardeşler, Ayhan Kocaman, Taner Keski, Nevin Güney, Gülen Özdamar, Ergen Aydoğmuş, Berkan Yılgör, Hüseyin Çağrıcı, Nusrettin Torun, Sevil Dogan (Güner) gibi çoğunluğu kızlardan oluşan bir vagon dolusu çocuk her sabah kilometrelerce yolu gidip akşam geri dönüyor.

O dönemlerde Kasabadaki Ortaokulu’nun Müdürlüğünü ve Fransızca hocalığını, Hataylı Mehmet Özdoğan yapıyor.

Eşi Münire Hanım hem İlkokul öğretmenliği yapıyor, hem de ortaokulda Tabiat dersine giriyor,

Beden hocası Zeki Bey, Matematik hocaları Kadriye Hanım ile Rabia Hanım, Türkçe hocası Emel Hanım ve Sosyal Bilgiler hocası Naciye Kıpçak gibi değerli öğretmenler Kasabanın ortaokulunda öğretmenlik yapıyor.

Kandilliden gelen öğrencilere Mükerrem Özdemir, Neriman Akkor, (Coşkun) Halil Posbıyık, Güler Sart (Demirci ), Muammer Çolakoğlu, Hale - Jale Kardeşler, İcracının Kızı Nevin Güney, Sabiha Manaş (Kalkan) gibi kasabanın aynı kuşak evlatları da katılınca üç katlı ortaokulun sınıfları doluyor, okul cıvıl cıvıl oluyor.

…………………

Aşağı Kandilli’deki ilkokul ile birlikte diğer birimlerde Tepe’deki yeni yerlerine taşınınca, bölgenin yeni merkezi buralar olmaya başlıyor.

1958 yılında Aşağı Kandillide şimdi kalıntıları kalan binada Ortaokul açılıyor. Önce 1.ve 2. sınıflar eğitime başlıyor.

Bu olayı Kandilli’de Orta Okul açıldı diye basit bir iki kelimeyle geçiştirirsek Kasabanın ve Kandillinin hafızasına eksik not düşmüş oluruz.

Çünkü bu dönemlerle birlikte Kandilli de kalıcı ve köklü değişimler başlayacaktı.

Nasıl ki Köy Enstitüleri, Cumhuriyetin en önemli aydınlanma duraklarından birisi olduysa,

Adına, Kandilli Kültürü dediğimiz kendine has, soysal ve kültürel yaşamın temellerinde, bu gelenekten gelen sosyal, katılımcı, devrimci ve çağdaş eğitimin öncülerinin inkâr edilemez bir etkisi olacaktı.

İşte tam da burada yazımıza büyük bir parantez açarak, olayın Başkahramanlarından, Ortaokulun açıldığında Kurucu Müdür olan İsmail Sefa Güner’i biraz değil, olabildiğince derinlemesine tanımamızda büyük yarar vardır.

İsmail Sefa Güner 1919 tarihinde Dumlupınar da doğmuş.

Muallim mektebinden (1930) sonra Gazi Terbiye Enstitüsünü(1938) bitiriyor. Kandıra Bölge Yatılı Okulunda, Hendek Nizamiye ilkokulunda Başöğretmenlik, Erzurum ve Ağrı illerinde müfettişlik görevlerinden sonra.

Adana Düziçi, Konya İvriz, Kastamonu Gölköy, Kocaeli Arifiye Köy Enstitülerinde Müdürlük yapıyor

Gölköy Köy Enstitüsü müdürü İsmail Sefa Güner

1949 İsmet İnönü Gölköy Köy Enstitüsünü ziyaret ediyor. Yanında Okul Müdürü İsmail Sefa Güner var

Köy enstitülerinde ülkeye sevdalı Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı ilerici, çağdaş, fikri hür irfanı hür, vicdanı hür öğrenciler yetiştiriyor,

Hocaların hocası oluyor.

İsmail Sefa Güner

Hasan Ali Yücel’in, İsmail Hakkı Tonguç’un yoldaşı, omuzdaşı olmuş genç Cumhuriyetin eğitim neferlerinden birisidir.

Adını bir taraftan Köy Enstitülerinin efsane hocaları arasına yazdırırken bir taraftan da değişen siyasi ortamın etkisiyle komünist ve sakıncalı olarak yaftalanıyor.

Çerkeş Ortaokulu’nda hocalık yaparken, uzun zamandır üzerinde sürdürülen siyası baskılar sonucunda mesleğinden ayrılmak zorunda kalıyor. Daha doğrusu, yaşamını adadığı öğretmenlik mesleğinden sosyalist görüşlü olması nedeniyle, sakıncalı bulunarak uzaklaştırılıyor.

Bir müddet sonrada ülkenin çoban yıldızı olan köy enstitüleri, emperyalizmin, gerici siyasi ve askeri baskıların etkisiyle birer birer kapatılmaya başlıyor.

Önce isimlerini Köy Öğretmen Okulları olarak değiştiriyorlar 1954 yılında tamamen kapatıyorlar.

İsmail Sefa Hoca bir müddet Etibank’ta eğitim şefi (1957) olarak çalındıktan sonra 1958 yılında Kandilli’ye geliyor, ardından arkadaşı Tevfik Yüksel de geliyor.

Bu arada büyük bir zorlukla Kasaba’daki ortaokula gidip gelen öğrenciler, Aşağı Kandillide açılan yeni okullarında 8 kız 8 erkek öğrenci olarak eğitimlerine 2. Sınıftan başlıyorlar.

Kandilli Ortaokulu’nun Müdürlüğünü İsmail Sefa Güner yapıyor. Tevfik Yüksel eşi Selma Hanım ve Cemil Bey gibi öğretmenlerin yanında Fransızca dersini de Bölge İdare Müdürü’nün Hanımı veriyor.

Herkesin bildiği bir konudur. Buradaki okullar EKİ tarafından açılmıştır bundan sebep Kandilli’deki okullarının isminin önünde Özel Okul ibaresi vardı.

Bugün düşündüğümüzde garip gelebilir ama o zamanlarda bu okulların hiçbiri Milli Eğitim Bakanlığına bağlı değildi. Haliyle öğretmenlerde milli eğitimin, yani Maarif’in personeli değildi, hepsi Eki’nin memuru olarak görev yapıyorlardı statü olarak işçi bürosunda çalışan bir memurdan farkları yoktu.

Böyle fiili, trajikomik bir durum olmasaydı İsmail Sefa Güner burada hocalık yapabilir miydi bilmiyorum ama bu okullardan mezun olan öğrencilerin durumu ne oluyordu onu biliyorum.

Maarif bünyesinde olmayan bir okuldan mezun olan öğrenciler herhangi bir Maarif okulunda eğitimlerine nasıl devam edeceklerdi gibi gayet haklı ve yerinde bir soru akıllara gelebilir.

Onun çözümünü de şöyle bulmuşlar, son sınıf öğrencilerinin bitirme sınavlarına Kasabadan Milli Eğitim Personeli olan Öğretmenler “Denetmen” olarak katılıyor, sınav sonuçlarını maarif personeli olan bu öğretmenlerde imzalıyor, böylece çocukların önündeki engeller ortadan kalkmış oluyordu.

Ama Öğretmenler için ortada bir mağduriyet vardı. Emeklilik aşamasına geldiklerinde bu özel okullarda çalıştıkları günlerin, emekliliklerine sayılmasında 1/3 gibi bir kesinti yapılıyordu.

Neyse ki sonralarda çıkartılan bir personel yasasıyla da bu mağduriyette ortadan kaldırıldı.

…………………

Şimdi o büyük parantezi kapatıp kaldığımız yerden devam edelim.

Dar bir alanda sınırlı sayıda kişinin yaşadığı Kandilli de henüz 50’li yıllar yaşanıyordu.

Yaşamın her alanında, tam bir eşitlik vardı, kimsenin birbirinden farkı yoktu. Bölgede Mülkiyet hakkının olmaması kişilerin varlığa dayalı ayrıcalıklı olma durumunu engelliyordu.

Emekliliği gelenler tası tarağı toplayıp bölgeden ayrılmak zorundaydı.

Herkes aynı berberden hizmet alır, aynı bakkaliyeden (Ekonoma) alışveriş yapar, aynı taşıtları kullanır, aynı yerlerde birlikte eğlenir yer içerdi.

Mevki makam farklılıkları olan kişiler bile bu durumlarını dışarıya yansıtmaz yansıtamazlar, tevazunun dışına çıkmazlar abartıdan uzak dururlardı.

Karaelmasın üretiminin artması ile birlikte, ayrı gelenek ve göreneklerle yetişmiş ailelerin katılmasıyla Kandilli’nin de nüfusu artmaya başladı.

Mevcut sosyo-ekonomik durumun, kendine has özel yaşamın, zamana yenilmeden aynı haliyle aynı değerleriyle ileriye taşınması, o kültürün yeni kuşaklarca da benimsenip uzun yıllar kalıcı olabilmesi için,

Gelecek nesillerin, eğitim çağındaki çocukların, bu kültüre sahip çıkabilmeleri, içinde kalabilmeleri için çağdaş, ilerici, aydın fikirlerle en önemlisi de Fırsat eşitliği içinde yetiştirilmeleri gerekiyordu.

Bunun için Köy Enstitülerinin öncelikli felsefesinin burada hayata geçirilmesi, genç zihinlerin bu yönde geleceğe hazırlanmaları, eğitilmeleri çok önemliydi.

İşe o yüzdendir ki İsmail Sefa Güner ve aynı felsefeye sahip arkadaşlarının, yetiştirdiği özellikle de kız öğrencilerin neredeyse tamamına yakını, Ortaokuldan sonra, her türlü zorluğu aşarak yurdun dört bir tarafına dağılıp eğitimlerine devam etmişlerdir.

Çağdaş İlerici Cumhuriyet ilkelerine bağlı yeni nesiller yetiştirmek için öncelikle öğretmenlik mesleğini seçmişlerdir.

…………………

50 li yıllarda Köy enstitülerini kapatan emperyalist akıl,

İçinde kömür ocakları da olan devletin tüm yediverenlerini, üretim kurumlarını yok etmekte, komünist işi denilen demir yollarını söküp atmakta hiç tereddüt etmedi.

Hızını alamadı, hiçbir hatırası, kalıntısı, izi kalmayacak şekilde köklerini kazıdı.

İşte onun neticesidir ki, Kandilli Kültürü dediğimiz çok şeye sembol olmuş, örnek, özenilesi yaşam biçimleri, unutulmuş, unutturulmuş, yalnızca bazı sohbetlerde hatırlanır olmuştur.

Nuri ÖZTÜRK / İZMİR