Bir arkadaşımın teklifi ile başladı bu yolculuk : Kurban Bayramı’nda Ekvator Ginesi’ne gelir misin  dediğinde ilk tepkim : Orası neresi ? demek oldu… Evet , neresiydi orası ? Kimler yaşardı oralarda , oralarda yaşayan insanların hayalleri , umutları , yaşantıları , beklentileri nelerdi ? Sahi ne umuyorlardı hayattan , ne yer , ne içer , nasıl yaşarlardı ? Peki bizim ne işimiz vardı oralarda ? Orada bulunan Türkler’in ne işi vardı , Türkiye’den 8.000 km uzaklıkta ? İlk önce , organizasyonun , sadece Ekvator Ginesi’ne mahsus olmadığını , tüm Afrika ülkelerini ve hatta tüm dünya halklarını kapsayan  bir kurban kesme ve et dağıtma organizasyonu olduğunu ,  tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak çalışan Kimse Yok mu Derneği  liderliğinde icra edildiğini ve esasen Kimse Yok mu Derneği’nin  yurdumuzda ve tüm dünyada muhtaçlara yardım eli uzatan tamamen Anadolu insanından oluşan ve Anadolunun desteği ile adını tüm dünyada  duyuran bir sivil toplum kuruluşu olduğunu öğrendim . Yolculuk 4 Kasım’daydı .

 

Haritadan ve internet üzerinden ülkeyi tanımaya çalıştım. Daha önceki yolculuklarımdan edindiğim tecrübeyle , iklime uygun kıyafet temin etmenin zorunluluğunu ve gidilecek ülkenin zorunlu kıldığı aşıların olunması gerektiğini biliyorum. Sarı Humma ve sıtma tüm ekvator bölgesinin kronik hastalığı . Gitmeden 1 hafta önce aşılarımızı olduk. Ekvator Ginesi , adı üstünde , Ekvator çizgisine çok yakın bir yerde , Orta-Batı Afrika’da  , Ekvator’un hemen hemen 50-100 km kadar kuzeyinde , tropikal iklimin hüküm sürdüğü  , Afrika’nın en küçük ülkelerinden birisi , belki de en küçüğü. Bir kitap sayfasının tamamını Afrika Kıtası olarak düşünürseniz , tükenmez kalemle Afrika Kıtası’nın üzerine dokunduğunuzda,  işte ancak o kadar yer kaplayan bir devlet . Tüm Kara Kıta gibi sınırları cetvelle çizilmiş , eski Avrupa sömürgelerinden . Burayı yüzlerce yıl İspanyol’lar sömürmüş. Resmi dil de İspanyolca . Ülke , 2 kısımdan oluşmakta . Ülkenin büyük kısmı Bata isimli şehrin etrafında kıta Afrikası’nda bulunmakta ama , ne enteresandır ki Dünya’da tek örnek olarak başkent ana karaya gemi ile 10 saat uzaklıkta bulunan Bioko Adası isimli bir adanın üzerinde: başkentin ismi Malabo , 300.000 nüfuslu , aynı zamanda ülkenin en büyük şehri . Ülkenin tamamının da nüfusu 1 milyon civarında . Bata şehrinin de bulunduğu ana karanın kuzeyinde Kamerun , güneyinde Gabon var. 

 

Gideceğimiz ülke hakkında asgari bilgileri edindikten sonra sıra uçak biletlerini almaya ve Ekvator Ginesi’nin vize işlemlerini ( ya da oradan istek yapılması gerekiyor ki biz bu yolla gittik, aksi takdirde vize alınabilecek en yakın yer Belçika ve vize 400 Euro’ya mal oluyor) halletmeye   geldi , Fas , vize istemiyor . Bilet ve vize (istek) işlerini de  hallettik . Ekvator Ginesi’ne , Türkiye’den doğrudan uçuş yok. Önce Fas’a , Kazablanka  şehrine uçuyorsunuz, oradan da Malabo’ya . Kazablanka’ya geçen sene de gitmiş ve Fas’ta yaklaşık 10 gün geçirmiştim. Gördüğüm en güzel ülkelerden birisi Fas. Kazablanka’yı yeniden görecek ve gezecek olmanın mutluluğu da var içimde , efsane film Casablanka’nın meşhur repliği kulaklarımda : Bir daha çal Sam ! Dünya’nın en büyük 2. camisi olan  2. Hasan Camisi de orada . Fas’a dünyada Fas diyen tek ülke biziz . Oysa, tüm dünya tarafından Morocco , ya da Maroc olarak hitap edilmekte. İstanbul  , Maroc arası 4,5-5 saat kadar . Fas’a  , “fes”ten dolayı Fas denildiğinin de bir uydurmadan ibaret olduğunu gittiğinizde görüyor ve tarihi daha iyi anlıyorsunuz . Fas’ta  , Fez isminde bir şehir var . Burası Fas’ın eski başkentlerinden . Ecdad , Osmanlı , tüm Kuzey Afrika’yı kendi hükümranlığı altına almış ve yönetmişken Fas’a girmemiş , Fez sınırında kalmış , Fas’tan sadece vergi almayı yeğlemiş ve Fez şehrinden dolayı o diyara da Fez demişler . Gerisini tahmin edebiliyorsunuz .

 

Toplam 7 kişiyiz. Türkiye’den uçağa bindiğimizde saat 09:55’di ve dondurucu bir soğuk vardı. Yaklaşık 5 saat sonra Kazablanka’ya indiğimizde   hava biraz daha ılıktı. Üzerimizden montlarımızı yine de çıkarmadık . Fas hiçbir ülkeden vize talep etmediğinden  hava alanından çıkıyoruz , diğer arkadaşlarımıza şehri gezdireceğiz. Tecrübeliyiz ya … Kazablanka , Atlas Okyanusu’nun kenarında  , Fas’ın en büyük şehri . Tarihi bir özelliği ve yapısı yok. O ülkenin sanayi şehri gibi düşünün . Bunu gören kral 2. Hasan Yaklaşık 1 milyar dolar harcayarak okyanusun üzerine dünyanın en büyük 2. camisi olan ve kendi ismi ile anılan camiyi yaptırtmış. Cami’de aynı anda takribi 200.000 kişi namaz kılabiliyor. Mimari olarak , tipik , klasik , Kuzey Afrika cami planı : Kubbesiz , cami kısmı düz tavan  ve    minaresi dört köşe. . O kadar büyük bir yapı ki , özellikle minaresinin yüksekliği insanın başını döndürüyor. Fakat , ne tuhaftır ki , cami  kapalı . İnsanlar tuvaletin önünde seccadelerde namaz kılıyor. Camiyi bizlere gezdirmek isteyen görevlinin amacı da görevini yerine getirmek değil ; cebine koyacağı birkaç euro ya da doları düşünüyor … Malabo uçağı’na az bir vakit kaldığı için camiyi gezmeyi  dönüşe bırakıyoruz . Kazablanka  5. Muhammet Hava Limanı’na geriye dönüyoruz. Ekvator Ginesi’nin başkenti Malabo’ya gidiyoruz artık. Bu sefer yol biraz daha uzun : Yaklaşık 6 saat . Royal Maroc Hava Yolları ile uçacağız. İlk engel burada karşımıza çıkıyor ve arkadaşlarımızdan birisinin , ki kendisi öğretmen , interpol tarafından cinayet suçundan Ekvator Ginesi’nde arandığını öğreniyoruz J !!! Tabiî ki bir isim benzerliği  , ama , girdi çıktı 1-2 gün geçer bir sürü çile , düşüncesi ile o arkadaşımızın gelmemesine , Kazablanka’da kalmasına karar veriyoruz . İşte tam bu sırada , “bu kadar olur”  dedirtecek mucizevi  bir olay oldu : Fas’ta , ki Fas’ın nüfusu 30 milyon civarında ve  Batı Sahra Bölgesi de dahil edildiğinde  Türkiye’nin  2 katı kadar , tanıdığım tek insan Eylem Bey ‘le karşılaştık. Eylem , Fas’ın Agadir şehrinde yaşıyor . Türkiye’den bir tur şirketi , bayram tatiline gelecek bir gruba rehberlik yapmasını istemiş ve O da hava alanına grubu karşılamaya gelmiş . Ekvator Ginesi’nde   cinayet suçundan  aranan öğretmen arkadaşımızı Eylem’e emanet edip chek in işlemlerimizi yaptık. Artık Malabo uçağındayız , kara derili insanlarla …. Nasıl Ereğli’de bir siyah insan görsek merakla ve tuhafça bakarsak , bu kez o meraklı ve tuhaf bakışlar bizlere , beyaz insana yönelmiş durumda . Uçak , bizim eski köy minibüsleri  gibi , neredeyse herkes kaybolabilir korkusu ile valizlerini bagaja vermek yerine yanına almış. Çünkü , Malabo uçağı Malabo’dan sonra Gabon Devleti’nin Librevil Şehri’ne devam ediyor : Librevil kalmasın , gazla kaptan . İnanılmaz neşeliyiz , bir o kadar da heyecanlıyız. Uçak  akşam 9 gibi kalktı. Sabaha karşı Malabo , Santa İsabel Hava Limanı’nda olacağız. Bir uyuyup bir uyanıyorum. Kalktıktan 4 saat kadar sonra dehşetle uyandım ve bir daha da uyuyamadım … Aşağıda bulutlar resmen savaşıyordu . Hayatımda hiç bu kadar yakından şimşek çaktığını görmemiştim , uçağımız resmen şimşeklerin arasında ilerliyordu. Gine’lilerin ve Gabon’luların umurunda değil . Uyuyorlar .  Çok nazik insanlar , sanki sinirleri alınmış gibi . Gine’de suç oranı neredeyse sıfırmış . Güvenlik endişesi hemen hiç yok , ancak , paranoya derecesinde güvenlik görevlisi düşkünü bir ülke , ki  güvenlik görevlilerinin organizasyonunu İsrail yapıyormuş  bu paranoyayı da ona bağladık . İnişe geçtiğimizde uçak o kadar sert bir yan yatışla alçaldı ki yüreğim ağzıma geldi , uçakta küçük çığlıklar. Zira , bulutlar o kadar alçak ki , uçak bulutlardan kurtulur kurtulmaz inişe geçmek zorunda ve iniş için “sapma” yapmak  mecburiyetinde . Neyse ki sağ salim indik. Kazablanka’da hava soğuk olduğu için üzerimde montum ile uçağa binmiştim , Uçağa yanaşan iniş körüğüne çıktığımda yüzüme pofff diye bir sıcak hava ve hatta buhar çarptı . Birden nefes alamadığımı sandım ve bayılacağımı düşündüm . Üzerimdeki fazla kıyafetlerden kurtulup  yaz mevsimine geçtiğimde sorunu halletmiş oldum. Saat sabahın 4 ‘ü ve ona rağmen inanılmaz bir sıcak var. Gündüzü hayal bile edemiyorum. Zaman da yolculuk bu olsa gerek dedim kendi kendime . Sabah namazını Eyüp Camisi’nde kılıp buz gibi bir havada zaman makinesine biniyorsunuz  5 saat sonra daha ılıman bir yerde 4.000 km ötede Fas’ta dünyanın en büyük ibadethanelerinden birisini ziyaret edip , 7 saat sonra ancak şort ve tişörtle durabileceğiniz tropikal iklime, Malabo’ya geçiyorsunuz . Bu geçişler esnasında hiç bilmediğiniz ya da çok az bildiğiniz diyarlarda tanıdık insanlara rastlıyor , Afrika’nın , yada dünyanın adı sanı duyulmamış bir çok ülkesine giden , oralarda ticaret yapan Avrupalı Türkler’e , Türkiye’nin yurt dışındaki kolejlerinde görev yapan gönüllü cefakar öğretmenlerine , dünya keyfinden vazgeçmiş mütevekkil mütevellilere rastlıyorsunuz .. Türkiye akın akın Afrika’ya gidiyor … Hatta Afrika’daki etkinlik ve nüfuz o kadar çok büyümüş ki , Fransa  bu insanları eski sömürgesi olan ( ve esasen halen de sömürmeye var gücü ile devam ettiği) Afrika ülkelerine sokmamak için , oralardaki etkinliğinin ve nüfuzunun azalmaması için  elinden ne geliyorsa yapıyor. Nedeni çok açık : Türk öğretmenleri ve Türk Kolejleri oralara  , onların da insan olduğunu anımsatmak için , hiç kimseden hiçbir şey ve karşılık beklemeksizin gitmişler . İki ellerini , gönüllerini , her şeylerini karşılıksız olarak o insanlara vakfetmişler . Türk Kolejleri’nin bu kadar çok sevilmelerinin en büyük nedenlerinden birisi de misyonerlik yapmamaları  , yaşayışları ve yardım severlikleri ile insanlara örnek olmaları . Onlara Türkiye insanının mütevaziliğini göstermeleri . Her Afrika ülkesinde Avrupa’nın hemen her ülkesinin ve İsrail’in  Kolejleri var. Bu okullara ülkelerinden , devletlerinden , milletlerinden oluk oluk para akıtılıyor . Türk Kolejleri  , en azından bizim misafir olduğumuz  Ekvator Ginesi Türk Özel Okulu  , tamamen kendi imkanları ile Anadolu insanının girişim ve yardımları ile ayakta duruyor .

 

Hava alanında bizleri Malabo’daki Türk Koleji’nin müdürü Cemal Bey karşıladı. Ekvator Gine’si  , Afrika Kıtası’nda Türk Kolejleri bakımından bir ilke imza atmış. Devlet Başkanı Teodoro Obiang Nguema  , Nijer Devletini  ziyareti sırasında  orada eğitim veren Türk Okullarını ziyaret etmiş ve hayran kalmış . Okulun yöneticilerine Gine’de de okul açmaları için ricada bulunmuş . 2007 yılında 7 öğrenci ile eğitim ve öğretim hayatına başlayan okulda şu anda kapasite tamamen dolu , toplam 150 öğrenci var ve Gine’nin en kaliteli eğitimi bu okulda veriliyor. Öğrencilerin üçte biri burslu , fakir öğrencilere   böyle bir imkan tanınmış . Kayıt için adeta kuyruk var . Fakat kapasite azlığı nedeni ile alınabilecek öğrenci sayısı sınırlı. Devlet başkanı yeni okul yapmaları için Türk Koleji’ne 17.000 m2 arsa bağışlamış , biz geldiğimizde inşaat başlamak üzereydi , bittiğinde öğrenci sayısı 500 dolayında olacak. Okulun girişinde Atatürk’ün , Atamızın çerçevelenmiş  resmi ve hemen yanında Ekvator Ginesi Devlet Başkanı’nın resmi bulunmakta . İstiklal Marşımız ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi resimlerin birer yanında . Türkçe Öğretmeni Şahin Bey okuldaki tüm öğrencilere İstiklal Marşımızı öğretmiş. İnsanın o pasifizelik , aman biz beceremeyiz  düşüncesinden , batı hayranlığından kurtulup ülkesi ile , Türkiyesi ile gurur duyması böyle bir duygu.

 

Malabo’da  üç otel bulunmakta. Fakat fiyatlar ateş pahası . Ereğli’de geceliği en fazla 30 TL olacak otelin orada geceliğinin 200 USD civarında olduğunu öğreniyoruz. Bu nedenle Cemal , Fatih ve Şahin Beyler’in  bizler için okulda hazırladığı misafirhane bölümünde kalacağız. Okul , bir avlunun içinde , Malabo şehir merkezine çok yakın . Okulun önündeki tabelada Türk Koleji ibaresini görünce sevincimiz ve gururumuz bir kat daha arttı. Okulun bahçesi’ne girdikten sonra başımın üzerinde bir çığlıkla irkildim .. O da ne ? Kafasının büyüklüğü kedi kadar olan ve gövdesi de bir tavuk büyüklüğünde olan kuşlar .. YARASALAR … Neyse ki zararsızlarmış.. Bahçenin giriş kapısının hemen sağında bulunan palmiye ağacını mesken tutmuşlar , yarın onlarla ahbap olduk ! Bahçede kurbanlıklar için ayrılan bölümü gördüğümde o şaşkın ifade tekrar belirdi yüzüm de .. Anaa dedim , bunlar nasıl inek ? Boynuzları yarım metre kadar enselerinde hörgüç var ve gerdanları nerede ise yerde sürünüyor . Tanımlamayı şöyle yaptım : Deve , bufalo , manda karışımı bir hayvan : Afrika İneği … 42 adet… Tamamı Kamerun’dan getirtilmiş.

 

 

 

 

Neredeyse tamamı yağmur ormanları ile kaplı olan ülkede güneş yüzü görmek imkansız gibi . Sürekli yağmur yağıyor. Sıcaklık da sürekli 28-30 derece civarında. Fakat tropikal iklimden dolayı , aşırı nem nedeni ile  hissedilen sıcaklık yaklaşık 40 derece , belki de daha fazla . Allah’tan eşsiz doğa insana bu bunaltıcı sıcaklığı unutturuyor. Kurbanlıkları Gine’nin bakanlarından birisi ithal etmiş , ülkede hiç küçük ve büyük baş hayvan yok. Keza , tarımsal alan tüm ülkenin %4 ü kadar ve tamamı tarım için kullanılıyor. Zira  , ülkede ne hayvan besleyecek otlaklar , ne de tarım yapacak arazi var. Ülkenin %75 i balta girmemiş sık yağmur ormanları ile kaplı . O sebeple tüm et ihtiyacı ithal edilerek karşılanıyor. Ülke acaip pahalı , her şey ateş pahası .. İnsanlar genel olarak baraka tarzı kulübelerde yaşıyorlar , zaten sıcaktan kimsenin evde durduğunu söylemekte mümkün değil . Ekvator Ginesi dünyada sosyalizmin en ağır uygulandığı ülke olmuş. O yüzden kendisini uzun süre tüm dünyadan tecrit etmiş. Fakat şu andaki devlet başkanı sosyalist devlet başkanını iktidardan indirerek ülkeyi daha liberal bir ekonomi çerçevesinde yönetmeye başlamış . Bu söylediklerim 20 sene kadar önce olmuş. 

 

Ekvator Ginesi 20 sene boyunca Afrika’nın “etkisiz elamanı” olarak kendi başının çaresine bakmaya çalışırken , karşı kıtadan Sam Amca  bu kara ülkenin , Ekvator Ginesi’nin  kaderini değiştirecek efsane kelimeyi fısıldamış : PETROL…

 

Ekvator Ginesi 2000 li yıllarda petrol ile tanışmış . Ama öyle böyle değil , devasa petrol yatakları var bu minnacık ülkede . Öyle ki , petrolün tamamını Amerika çıkarmakta ve satın almakta olup , buradan çıkan petrol Amerika’nın tüm enerji ihtiyacının , dikkatinizi çekerim petrol ihtiyacının değil  tüm enerji   ihtiyacının , %16 sını karşılamakta. Adaya petrol almak için gelen bazı gemiler nerede ise ada büyüklüğünde.. Petrolün bulunmasının akabinden ülkede alt yapı ve üst yapı çalışmaları da başlamış .. Fakat petrol gelirinin  ne kadar adil dağıtıldığı tartışma götürür elbet. Halkın büyük kısmı barakalarda ekonomik imkansızlıklar içinde yaşarken , bir kısmı da müthiş bir servet içinde yaşamakta. Ancak , fakir halkın bunu pek taktığı yok , günlük yaşıyorlar . Meşhur bir söz var  Afrika dilinde : HAKUNA MATATA : kafana bir şeyi takma … Malabo ve tüm Ekvatoral Gine ülkesi ticaret için son derece elverişli bir yer. Ülkede ticaret , daha doğrusu küçük esnaf işleri , Afrika’nın diğer yerlerinde olduğu gibi Lübnanlıların elinde.. Ülkede sosyal güvenlik ve emeklilik yok . Trafik , bizde de olduğu gibi sağdan akıyor ve toplu taşıma ticari taksilerle sağlanıyor ; trafik tam bir keşmekeş.

 

Bayram namazını şehrin stadyumunda kıldık. Ülke halkının %95’i Hıristiyan , Gine halkından Müslüman olan kişi sayısı sadece 1.000 civarında . Onun haricinde 30 bin kadar   göçmen olarak yaşayan Müslüman nüfus var. Ülkede tüm dini inançlara müthiş bir saygı var. Gerçi ülkenin Hıristiyan halkının dinle falan çok da alakası yok , pagan inançları daha ağır basıyor. Ülke de , biraz da kabile geleneğinin etkisinden olsa gerek , aile kavramı yok. O da nasıl oluyor diyeceksiniz. Evet , aile kavramı yok denecek kadar az. Çocukların çoğu yetimhanelere bırakılıyormuş . Ülkede anormal bir içki tüketimi varmış , fakat , suç yok denecek kadar azmış. Bu insanlar ne yer , nasıl beslenir derken efsanevi bitki platano ile tanışıyoruz. Platano  , muza benzeyen , muzdan biraz daha irice tadı da muzu anımsatan  , meyve / sebze karışımı  bir şey . İnanılmaz besleyici olduğunu ve doğal ortamda bolca yetiştiğini öğreniyoruz. Burada muz ve platano kilo hesabı satılmıyor . Göz kararı , 30-40 kilo muz veya platano yaklaşık 5-10 TL . Gine parası ile 20-30 Afrika Frankı . Platano’ya Gineliler tatlı patates diyorlar ki , bu bitkiyi ekseriyetle kızartıp yiyorlarmış , bizler deneme fırsatı bulamadık. Tropikal iklim ve bitki örtüsü tarif etmek ile anlatılacak bir şey değil , görmek , yaşamak lazım. Muazzam güzel bir tabiat var.

 

Okulun güvenlik görevlisi Muhammet  , Müslüman olan nadir Gineli’lerden . Aynı zamanda kasap . 20’li yaşlarında bir delikanlı . Bekar . Okulun girişindeki tek göz kerpiç barakasında yaşıyor. Sakın , çocuğu burada mı yaşatıyorlar diye düşünmeyin , oranın şartlarında bu baraka lüks sayılıyor. Muhammet de halinden hiç şikayetçi değil. Muhammet , yaklaşık 20 arkadaşını  kurban kesimi için organize etmiş . Dualarla kurbanlar kesildi ve mahalle muhtarının kontrolünde ve kaydı altında yaklaşık 3.000 kişiye , evet yazı ile tekrar ediyorum  : üç bin , kişiye tek tek 4 ‘er kilo et dağıtıldı. Okula gelme imkanı olmayan uzak fakir mahallelere okulun araçları ile Kimse  Yok mu Derneği’nin  katkıları ile bu etler ulaştırıldı. Tüm gün sanırım 4 kez tüm elbiselerimi değiştirmek zorunda kaldım , terlemekten eşyalarım her iki saatte bir sırılsıklam oluyor , nem dayanılacak gibi değil , bir yandan oradaki düzeni de korumak zorundasınız. Yaptığımız en akıllıca iş giriş , ilerleyiş ve çıkış yollarını boya ile belirleyerek insanların bu hattın dışına çıkmamasını sağlamak oldu , daha sonradan duyduğumuza göre , düzensizlik nedeni ile bazı ülkelerde izdihamlar yaşanmış.

 

Artık akşam oldu , şimdi okyanusa girme zamanı …

 

Devlet başkanı , Malabo’nun 5 km kadar uzağında yeni bir şehir inşa ettirmiş , bomboş. Son derece modern bir yer. Afrika kıtası geneli için yapılan bir konferans için inşa edilen şehir konferanstan sonra bomboş kalmış. Plajı enfes . Gece 11’e kadar sıcak suya yakın ve tuz oranı nerede ise sıfır olan okyanusun tadını çıkardık.

 

Bir gün sonra biraz da dinlenmiş olmanın huzuru ile kalktığımızda artık Malabo’da ünlü ve tanınan kişiler olmaya karar verdik  . Türk Koleji’nin 42 hayvanın kurban etini yaklaşık 3.000 kişiye incitmeden , nezaket kuralları çerçevesinde ve Afrika’ya göre nerede ise imkansız derecede bir nizam içerisinde , her aileye doya doya yetecek fazlalıkta 4’er kilo dağıtması tüm ülkede olay olmuş ve devlet televizyonu bizimle çekim yapmaya gelmişti . Yapılan çekim bir saat içinde devlet televizyonunda yayınlanmış ve biz çoktan ünlü olmuştuk . Yol da görenler : “hey Türko I love you “ diyerek geçiyorlar , küçücük bir medinası bulunan Malabo’nun Küba’yı andıran sokaklarında gezinirken Türkiye’li olmanın onur ve gururunu yaşıyorduk.

 

Ne çabukta gelmişti ayrılık vakti , oysa biz daha oralara hiç mi hiç doyamamıştık . 8.000 km geliş , 8.000 km gidiş, toplam 24 saat uçak , aktarmalarla 48 saati bulan havalimanı yorgunluğu .. Her şey  işte bu 2 gün içindi .. Okulun avlusunda kurban ameliyesi ile geçirilen bir buçuk gün okyanusta geçirilen birkaç saat , Malabo sokaklarındaki yarım günü sayarsak nerede ise hiç uyumamıştık.

 

Cemal Bey , okulun müdürü 1 yıldır orada, 1976 doğumlu  . İngilizce öğretmeni , eşi de öyle . Gine’den önce Yemen’de bulunmuş , Kolombiya’da görev yapmış , Amerika’da çalışmış . Türkmenistan’da 7 yıl öğretmenlik yapmış. İnsanın anlatırken bile başı dönüyor . Bir oğlu ve bir kızı var , ellerinizden öperler ; Allah bağışlasın.. Bir hırka bir lokma misali , cefakar , vefakar eşi ile ve dünya tatlısı çocukları ile  Gine’de , kara derili  Gineli’lerin içinde yaşamaya cesaret edebilmiş ilk “beyazlar” onlar . Mahallelerinden  önce dışlamış , sonra ısınmışlar onlara , sonra sevmişler , şimdi çoook seviyorlar onları , beyaz demiyorlar artık ; hey Türko daha muteber . Cemal Bey inanılmaz pozitif bir insan , herkesi mutlu edecek kadar enerji yüklü   . Cemel diyor Gine’linin biri , ne de tatlı söylüyor .. Kasap ve güvenlik görevlisi olan Muhammet’in kurbanlıkların kesimi için vekalet alırken tamam yerine temem demesi gibi .

 

Fatih Bey , üniversiteyi Moldava’da okumuş , 1982doğumlu . 3 senedir Malabo’da . Malabo Türk Koleji’ni imar ve ihya edenlerin başında o geliyor esasen . Gencecik yaşına rağmen ardına bile bakmadan , neden diye sormadan , al bayrağımızı dalgalandırmak , 2007 yılından önce , yani Türk Koleji kurulmadan önce  Türkiye’nin ismini bile duymamış olan Ginelilere Türkiyeyi , insanlarımızı anlatmak için  altın sarısı saçlı kızı ve mübarek eşi ile birlikte Kara Kıta’ya gitmiş. Yorgunluk nedir bilmiyor , tek isteği daha fazla insanımızın oralara gitmesi ve onları ziyaret etmesi , oralarda ticaret yapması , hizmet etmesi .

 

Şahin , 1987 doğumlu . Yüzünden hiç mi gülücük eksik olmaz bir insanın . Hem de iyi aşçı. Bir gönül yarası kalmış ama ardında , Türkiye’den Malabo’ya gelirken . 8.000 km abi gözden uzak olan gönülden de ırak olur diyor  . Malabo’da siyah derili Ginelilere Türkçe öğreten Bitlisli bir Kürt genci Şahin . Bu da birilerine kapak olsun .

 

7 saat sürecek Kazablanka uçuşumuz için uçağa binerken gün nerede ise ışımak üzereydi .  Gözlerimiz artık  son direnişlerini gösterirken yorgunluğa , Royal Maroc’a ait uçak ,  inişi gibi çok ani ve hızlı olarak kalktı hava alanından … Bizleri birkaç saniye içerisinde yine o şimşeklerin ışıttığı bulutların içine ve sonra daha yukarısına götürdü … Ülkeye gelişimiz ile gidişimiz neredeyse bir olduğundan herkesin kalbinin bir kısmı Malabo’da kalmıştı …

 

SON SÖZ : Ne soy isimlerini sordum , ne de onlar söyleme gereğini hissettiler . Ne memleketleri zihnimde , ne de isimlerinin önemi var … Dünyanın her yerinde , binlerceler … Vatan size minnettar .