Sene 1994?dü. Daha 17 yaşındaydım. Üniversiteyi kazanmıştım: Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Ne kadar da mutluydum. Sanki Dünya?ya meydan okuyordum o kutsal saydığım avukatlık mesleğinin kapısını araladığım için.

 

Erdemir botlarım ve kuzenimin hediyesi haki montumla ilk adımımı attığımda üniversiteden bir acayip âlemde bulmuştum kendimi, kısa Maltepe içiyordum o zamanlar, bir amaçtan değil, garibanlıktan. Herkesle kaynaşıyor, konuşuyor, tartışıyorduk. Türbanlılar arkadaşımızdı. Hem de çook samimi arkadaşlarımız. Tıpkı solcular, sakallılar, sakalsızlar, Kürtler, Aleviler, orta Asya Cumhuriyetlerinden gelenler, Kıbrıs?tan gelenler, Doğu?dan ? Batı?dan, HERYERDEN gelenler gibi.

 

Sonra, 1996 yılıydı sanırım, önce Üniversitelerde zaten fiilen serbest olan ve tüm öğrencilerce asla siyasi bir araç olarak görülmeyen Türbanın serbest bırakılması için yasa çıkartacaklarını söyledi Güney Afrika Cumhuriyeti menşeili bilmem kaç  kilogram altını olan, Hırvatistan gravatları takan, Almanya?dan tank patentinden dolayı maaş alan ?Görüşlü? siyasi lider. Sonra O?nun Adalet Bakanı, İran öyle yaptığı için, Kutsal Kitabımızdan süre ezberleyen mahkûmların affedilebileceğini söyledi. Sonra, kendilerini bu vatanın vazgeçilmez hamisi görenler Ankara?nın kenar asfaltlarından tanklarının paletlerini geçirdiler, demokrasiye ?balans ayarı? yapmak için.

 

Ve en sonra, biz o ?çook samimi? arkadaşlarımızla düşman ayrıldık üniversiteden. Birileri öyle istiyor diye. Tek suçumuz genç olmaktı.

 

Ne internet vardı o zamanlar ve ne de cep telefonları, msn, mail  zaten hayal bile değildi.

 

Düşman olarak ayrılmaya mecbur bırakıldığımız arkadaşlarımızla yine  dost olmak ve ?eski?den bahsetmek için inanılmaz çabalar sarf ettik. Ve yine, internet, facebook, msn, cep telefonları sayesinde, mıknatıs misali çektik kendimizi birbirimize. Dostluğumuz, arkadaşlığımız.  Tıpkı solcular, sakallılar, sakalsızlar, Kürtler, Aleviler, orta Asya Cumhuriyetlerinden gelenler, Kıbrıs?tan gelenler, Doğu?dan ? Batı?dan gelenler gibi. Ne kadar da mutlu olmuştuk yine.

 

Çok sonra, bu ülkede ? oy kullananların ? yarısına yakınının oyunu alarak iktidara gelmiş olan ve demokratlığından, demokrasiyi ?yerleştirmek? sevdasından vazgeçmeyeceğini söyleyen bir parti, gerçek demokrat ülkelerin 30 yıl, 50 yıl ve hatta 100 yıla yakın tartışarak değiştirdiği  temel yasalarını, kimseye sormaksızın, 3?5 ay içinde sırf ?Okyanus Ötesi? ve ?birleşemeyen ülkelerin birliği? öyle istiyor diye birden değiştiriverdi, ben yaptım oldu dercesine, tabir yerinde ise ?Kasımpaşa? ağzı ile.

 

Sonra değiştirdiklerini de değiştirdiler, birkaç  ay içinde. Hem de  defalarca. Öyle istedikleri için.

 

Bu ülke kutuplaşırken, ne yukarıda bahsettiğim iktidardakiler ve ne de gölgesi görünmeyen muhalefettekiler, gençlerin çığlığını, işsizliğini ve daha da ötesi  ÇARESİZLİĞİNİ görmediler.

 

Biz çok enteresan bir dönemi yaşadık, 1994?1998 arasında. Bu ülkede, siyasi hırslar uğruna, üniversitelerde son kutuplaşmanın başlatıldığı  dönemin canlı şahitleri olduk. Ama halen dostluğumuzdan vazgeçmedik.

 

Birkaç çocuk yapmaktan bahseden , ?en yetkili? , iş bulamayan 10 yıl önce mezun olmuş öğretmen adaylarının, mühendislerin, ekonomistlerin, yüksek okul mezunlarının, tüm üniversitelilerin  ve tüm gençlerin  işsizlik çığlığını duyabilse ve hele , ? , neyse , ?her üniversite mezunu iş bulmak zorunda değildir ? sözünden dolayı gençlerden özür dileyebilse? Muhalefet de artık yerini gençlere bırakabilmeyi becerebilse. Daha bir farklı ve güzel olabilir miydi ülkemiz?

 

Ahh, üniversite gençliğim , OLMASAYDI SONUMUZ BÖYLE !!!