TÜRKİYE’NİN ÇATISINA YOLCULUK…

 

1.07.2011 Pazar

 

Tüm günü neredeyse eksik malzemeleri tamamlamaya çalışarak tükettim : mat ,  panço, tepe lambası, el feneri, pil , kar botları sanırım en önemli malzemelerdi. Kar giysilerimi de hazırladıktan sonra, AĞRI DAĞI tırmanışına hazırdım. Türkiye”nin tüm güneyini, kuzeyini, batısını, ortasını, gezdiğim halde doğuda  , Erzurum hariç  , bir yere gitmemiştim.  Doğuyu görecek olmanın merakı da var içimde. Ağrı Dağı’nın  büyüklüğünün korkusu da tabiki. Ağrı Dağı’na çıkma düşüncesi 2 ay önce 2 avukat abimizin teklifleri ile şekillendi : Avukat Özel EROĞLU ve Avukat Ferhan TOPÇU . Gerçi Ferhan Abi’yi  , neredeyse tüm Ereğli , bir avukat olarak değil hocaların hocası olarak , bir öğretmen olarak tanıyor. Bu zaman diliminde seyahat ve çıkış formalitelerini halledecek bir tur şirketi ile anlaştık. Ancak Özel Abi’nin son anda bir işinin çıkması nedeni ile “ zirve macerası”nda Ferhan Hocam ile yalnız kaldık.

 

01.08.2011 pazartesi

 

Son hazırlıklarımı da tamamladıktan sonra ani bir karar değişikliği ile Ankara”ya arabamla değil otobüsle gitmeye karar verdim . Hava alanında otopark ücretleri o kadar fahiş ki  ! Gece 01:00’de Ankara otobüsüne bindim ve gücümü korumak  için uyumaya çalıştım. 05:30’da Ankara terminalinde otobüsten indiğimde güneş yüzünü henüz yeni gösteriyor olmasına rağmen yakıcı bir sıcaklığı vardı. 06:00’ da HAVAŞ ile Esenboğa Hava Limanı”na ulaştıktan sonra ilk işim açlığımı yatıştırmak için bir şeyler atıştırmak oldu , kahvaltıya kendimi Van’a saklıyorum. Nede olsa kahvaltının başkentine gidiyorum. Bu kadar büyük bir şehrin hava limanın binası    neden bu kadar küçüktür anlayabilmiş değilim, fakat pistler arı kovanı gibi. Kalkan uçaklar, inen uçaklar. Kimisi insanlara mutluluk , kimisi ayrılık dağıtıyor. Benim amacım ise Türkiye”nin  çatısına çıkmak, bir şeyleri başarmış olmanın onuru ve gururunu yaşamak . Kafeteryada oturmuş bunları yazarken saat 07:30’ da  ve bizi Van’a götürecek uçağımız 111 numaralı aprona  yanaştı . İnsanlığın en mucize buluşlarından birisi uçak . Van gölüne neden deniz denildiğini uçaktan baktığımda  daha iyi anlıyorum . Uçsuz bucaksız. Tüm samimiyetimle söylüyorum çoğu yeri Ege’den  Akdeniz’den farksız , su cam gibi . Hava limanına indikten sonra beni  Doğubeyazıt otobüslerine götürecek bir taksi arıyorum ve bulmakta zorluk çekmiyorum. Van Ferit Melen Hava Alanı şehir merkezine 15 dakika uzaklıkta , Edremit ilçesinde . Yolda  arabaların  kornaları ,  fren sesleri , kimi  Kürtçe , kimi Türkçe küfürler . 5 dakika içinde başım döndü. Gökyüzünden görünen cennet birden cehenneme dönüverdi : her yer toz ve pislik içinde  ; gerçi geçtiğimiz yollar Van’ın orta mahalleleri imiş merkezdeki yollar çok iyi imiş !  Doğubeyazıt minibüslerinin durağında indiğimde arabanın yarım saat sonra kalkacağını öğreniyorum ve biletimi alıyorum 25 kişilik minibüste 25 numaralı koltuk ! Başka bir yer yok mu dediğimde :  YOHTUR !  diyor görevli , ama , ne kadar şanslı olduğumu araç yola çıktığında anlıyorum .  Koridora konulan taburelerde 5 kişi oturuyor klima çalışmıyor ve sıcaklık 40  derece. 3 saatlik yolculuk ,  muhteşem doğa da olmasa  , çekilecek gibi değil :  Van “Denizi”  etrafındaki köyler , tepeleri  göklere varan kel tepeler , volkanik püskürmelerle oluşmuş taşlaşmış muazzam kül yığıntıları , Süphan Dağı , Tendürek Geçidi ,  fakir Çaldıran Ovası ... Gariban onlarca köy, korkuyla ve şüphe ile bakan binlerce esmer çocuk ….. Tepelerde karakollar. Tendürek  Geçidi’nin  zirvesine vardığımızda tam aşağıya Doğubeyazıt ‘a doğru inmeye başlamıştık ki kafamı sağa doğru çevirdiğimde MASAL DÜNYASINDAN KOŞUP GELEN AK SAÇLI  DEV GİBİ AĞRI DAĞI KARŞIMDA DURUYORDU… Heybetli, büyük, çok büyük, en büyük, korkunç büyük , ürpertici, kutsal, yanmış , etrafını yakmış ama artık sönmüş bir yanardağ ….. Yanındaki en yüksek dağ , ki o da Küçük Ağrı Dağı , yarısı büyüklüğünde … Doğubeyazıt ,  doğunun tüm şehirleri gibi , seçimden seçime hatırlanmış , altyapısı olmayan , üstyapısı çarpık , düzensiz , çarpıklığı düzen edinmiş bir Anadolu şehri . Dağın ismi Ağrı ama Ağrı şehri ile uzaktan yakından ilgisi yok  , Ağrı il merkezinden 90 km. uzaklıkta  , dağ Doğubeyazıt ile Iğdır arasında. Zaten oralarda Ağrı Dağı’na ‘Ağrı’ diyen de yok : ARARAT deniliyor… Ağrı Dağı’na ‘Ağrı’ ismi ile hitap eden tek ülke biziz sanırım ! Şehrin bakımsız sokaklarında Kürtçe türküler , uzun havalar , arabesk  şarkılar çalıyor... Daha doğrusu ortalık yıkılıyor… Etrafta o kadar fazla  çocuk var ki adeta  milyonlarcalar ! Dikkatimi çeken bir şey de şehirde hiç polis görmememizdi . İnsanları o kadar cana yakın , içten , samimi . Bizdenler onlar da Anadolulular. Arabada bizimle seyahat eden bir genç ile tanıştım : Ercan… Doğubeyazıt”ı anlata anlata bitiremedi… Memleketi neticede . Bana sorsalar tilkinin hacet ettiği yerlerden  , çünkü ihmal edilmiş ! Burada hayat o kadar ucuz ki ; insanlar kanaatkar  - çorba kaynasın ,  karın doysun , FAZLASI HARAM  BABO- diyor. Tamamı çok dindar . Ferhan Topçu benden 1 gün önce Doğubeyazıt’a gelmişti , onunla buluştuktan sonra şehrin mecburiyet caddesinde bir tur attık : 1 – 5 - 10 adım , ahaa şehir bitiverdi karşımızda Ağrı Dağı , geri döndük ; 1- 5 - 10 adım : Tendürek Geçidi ; az diğer tarafa  : İshak Paşa Sarayı , mühendislik harikası… Burada konuşulan dil o kadar enteresan ki konuşmanın yarısı Türkçe cümleler, yarısı Kürtçe cümleler. Gençler genelde Türkçe konuşuyor. Doğu şivesi ile … Orta ve biraz daha yaşlılar kendi arlarında Kürtçe bizlerle Türkçe konuşuyorlar. Biraz daha yaşlılar zaten Türkçe bilmiyor. Akşam yemeğimizi yedikten sonra tırmanış için son hazırlıklarımızı yaptık ve Ferhan hoca ile yataklarımıza uzandık. Yarın gün 5:30 da başlayacak.

 

 

 02.08.2011 Salı

 

 Hava o kadar kuru ki neredeyse iki gündür uyuyamamama ve 2000  km. yol gelmiş olmama rağmen sabah 05:00’te uyandım. Horlamamdan Ferhan hoca uyuyamamış 5 gibi odaya dönmüş, boş odalardan birinde uyumuş ! Sabah kahvaltıdan sonra saat 06:00 gibi Ağrı Dağı”na doğru minibüsümüzle hareket ettik. Dün penceremin dibinde duran dağ biz gittikçe uzaklaşmaya , yaklaştıkça büyümeye başladı. Doğubeyazıt ovasının bittiği , Ağrı Dağı'nın başladığı yerde büyükçe bir bataklık / sazlık olduğunu dağa tırmanmaya başladığımız ilk dakikalarda fark ettim ve Doğubeyazıt Belediyesi’nin şehrin çöplerini bir utanç yığını gibi Ağrı Dağı’na  ilk tırmanışın başladığı noktaya döktüğünü gördük ! Arabalarla Eli köyüne doğru hareket edeceğimizi beklerken Çevrili köyüne gittik. Rehberimiz  Çevrili Köyü”ndenmiş. Bu köy Ağrı Dağı eteklerinde  kurulmuş son köy (2200m.). Bu köyden sonra yaylalar başlıyor. Aracımızdan indik. Hedefimiz  3200 metredeki ana kamp  alanı; görevlilerden Barzani en akıllıları , rehberimiz Nursin , Barzani’nin kardeşi ,  27 yaşında, evli, çocuksuz. Garibanlık hepsinin yüzlerinden akıyor. Ve tırmanışa başlıyoruz. Başımı gökyüzüne kaldırıp Ağrı Dağı’na baktığımda ,  içimden  ‘’Allah’ım yardımcımız ol’’ demekten başka bir şey gelmedi. İlk 100  metre öyle bir yoruldum öyle bir terledim ki bir an 1. kampa bile çıkamayacağımı düşünmeye başladım. Meğer grubumuzdaki    10 kişinin tamamının dili   dışarıya çıkmış da kimse birbirine bir şey söyleyemiyormuş .  500  metre  sonra ilk molamızı verdiğimizde rehberimiz başlangıcın zor etaplardan olduğunu söylüyor da içimiz rahatlıyor .   İlerledikçe daha rahat hareket etmeye başladık , ancak ,  1 km kadar gittikten sonra grubumuz ilk firesini veriyor. Antalya dan Atilla bey tansiyon rahatsızlığı nedeniyle atlardan  birine bindiriliyor. Atların sırtında çadırlarımız, uyku tulumlarımız, battaniyeler, ekmek, erzak ve Atilla abi . Yol kenarlarında eriyen kar sularının oluşturduğu dereciklerin sularından içiyoruz : buz gibi. Çobanlık yapan çocuklar... Yalın ayak , yarı çıplak. Garibanlık diz boyu … Çok ilginç gelen bir şey de Ağrı Dağında   tek bir ağaç ve hatta çalı bile olmaması.  Kan ter içinde kaldık … 08:00’de başladığımız yürüyüşümüz  13:00’de sona erdiğinde artık 1. kamptaydık . Çadırlarımızı kurup biraz rahatladıktan sonra dinlenmeye başladık. 1. kamp alanının çok rahat olduğunu söylüyor rehberimiz .  4200 de bulunan 2. kampta hareket alanı çok sınırlı ve sıkıntılı imiş. Bütün grup üyeleri Aklimatizasyon (dağa uyum) için  yarın 4200 e çıkıp tekrar 3200 e inilip inilmeyeceğini  yada doğrudan zirve için 4200 yapılabilip yapılamayacağını  tartışıyor. Grubumuzda 3 tane de yabancı dağcı bulunmakta. Gruba kolay adapte oldular. Onların ısrarı ile programa sadık kalındı ve  4200 e çıkıp tekrar 3200 e inmeye karar verildi … Bunun ne kadar gerekli ve doğru bir karar olduğunu yarın anlayacağız. Uyum gerçekten büyük problem  ve en ufak hareketinizde dahi oksijen azlığından dolayı yoruluyorsunuz … Yarın zor gün olacak ondan sonra daha da zor.!!! Hava karardığında saat 20:00 gibi çadıra giriyoruz . Gündüz neredeyse 40 dereceye varan sıcaklık yerini titreten soğuğa bıraktı .  Dışarısı hem çok soğuk hem de çiğ yağıyor . Gece uyku tulumunun içinde uyumak ne mümkün 2 saat ya uyudum ya uyumadım… Saatlerce düşün düşün düşün....

 

03.08.2011 Çarşamba

 

05:00 de uyandıktan sonra dağa uyum sağlama (aklimatizasyon) süreci için 4200 kampına çıkmak amacı ile son hazırlıklarımızı yaptık. Kamp buradan görünüyor. Yol o kadar dik ki sanki gökyüzüne çıkıyoruz . 3200 – 4200 arasında kıvrılarak ilerleyen ve ‘TOPRAK YOL’ denilen bir yol var . Fakat , enteresan  yolda hiç toprak yok , her yer taşlık , kayalık… Sürekli 4200’e giden ve 4200’den gelen atlar geçiyor yanımızdan. Bu atların tamamı buralarda büyümüş , o nedenle yüksek irtifaya alışkınmışlar . Güneş o kadar yakıcı ki günde abartısız 10 litre su içiyorum . Yüksek irtifadan dolayı zaten iştahsızlık var  . 3800 metreye kadar sorunsuz devam eden yürüyüşümüzde bu irtifadan sonra uyuşma ve nefes darlığı problemleri yaşamaya başladım. Parmaklarım karıncalanıyor , zor nefes alıyorum . 4000 metreye vardığımızda artık dizlerim hareket etmemekteydi .  4200 metreye 2. kampa  vardığımızda baş dönmesi had safhada ;  hafif mide bulantısı da var . Burası inanılmaz güzel . 4200 metrelik bir uçurumun başından Doğubeyazıt ovasını seyrediyorsunuz . Çok uzakta olmasına rağmen Tendürek Dağı bile görünüyor . Gürbulak ilçesi ve İran sınırı şuracıkta … Ereğli’ye el sallıyorum . Yarım saat dinlendikten sonra 3200 kampına inmeye başladık 3 saat süren çıkışımızdan sonra 1,5 saat süren iniş çok daha rahattı  .  13:00’da  kampa varıp çay molası verdikten sonra kamp yerinde koyu sohbet :  konu PKK ve Kürt sorunu. Burada yaşayanlar iki taraftan da bıkmış : bitsin artık diyorlar akan kan dursun . Devlet Kürtleri inkar etmesin , işimize , aşımıza bakalım , dilimizi konuşalım , kültürümüzü yaşayalım , Türkiye istese bile Kürtler asla ayrılmak ayrı bir devlet kurmak istemez diyorlar . Tamamı siyaseten bilinçli . Sonra hepimiz dinleniyoruz . Terden kokmaya başladık , duş imkanı yok ; fakat turistler umursamıyor , soyunuveriyorlar anadan doğma ve o buz gibi suyun altına atıyorlar kendilerini. Zaten dağdaki Türk bulunan tek grup bizimkisi , diğerlerinin tamamı yabancı . Dünyanın dört bir tarafından gelen insanlar var. Ağrı Dağı bu yükseklikte aparatsız çıkılabilen Dünyadaki iki dağdan bir tanesi , diğeri Tanzanya’da : Kilimanjaro . Ağrı’ Dağı’nın bir çok  özellikleri var : Dünyanın en yüksek 43. dağı , dünyanın en yüksek 2. volkanik dağı , Türkiye’nin ve Avrupanın en yüksek dağı , Dünyada 5000 metrenin üzerinde çıkılan ilk dağ ( Prof Parrot ) , Mısır – Babil ve Anadolu Medeniyetleri için ( dünyanın diğer yerleri bilinmediğinden ) dünyanın en yüksek dağı  , irtifası en hızlı yükselen dağlardan , Marco Polo için ‘çıkılması imkansız olan dağ’  !   Saat 6 da akşam yemeği … Yarınki 4200’e tırmanış için son hazırlıklar…. Zirve bizi bekliyor !  3200 metredede bulunan ana kamptan 4200 metreye  2. Kampa çıkan yol o kadar taşlık ve  dikki ,  yarın 4200’e çıkmak beni korkutuyor. Fakat 3200-4200 yolunun  , tabir yerindeyse ,  otoban olduğunu 4200-5137 ( zirve)  arasındaki yola çıktığımızda anlayacağız.

 

 04.08.2011  Perşembe

 

Dün 4200’e çıkıp inmiş olmanın verdiği yorgunlukla akşam iyi bir uyku çektiğimi söyleyebilirim. Saat 20:00 gibi girdiğimiz çadırımızda saat 22:00 gibi uyuyakalmışım uykumu uzaklardan gelen birkaç silah sesi bölse de yorgunluktan gözümü bile açmadan yine uykuya daldım. Sabahleyin bu silah seslerinin yaylalara inen kurtlara ateş edilmesinden kaynaklandığını öğreniyoruz , içimiz rahatlıyor . Ne de olsa bölge geçmişte terörün en yoğun yaşandığı yerlerden birisi ve buradaki tüm köyler zamanında güvenlik gerekçesi ile boşaltılmış , insanlar yeni yeni evlerine dönmeye başlamış . Sabah 05:00 gibi uyandığımda ortalıkta  kimsenin olmadığını görüyorum. Güneş Iğdır tarafından doğmak üzere… Ağrı dağının yamaçlarını aşıp bize ulaşacak ... Gece elinizi uzatsanız değecek gibi olduğunuz yıldızlar kayboldu kaybolacak ;  gökyüzüne öyle yakınız ki… Kahvaltıdan sonra 4200’e tırmanışımız başlıyor. Rehberimizi  çok yavaş hareket etmesi konusunda uyarıyoruz. Nefes almak yüksek irtifada , oksijen azlığından dolayı gerçekten çok zor. Sabah 08:00’ de başlayan yürüyüşümüz saat 12:00  gibi 4200 kampında sona eriyor. Sabahleyin bize çadırımızı sökmeyi öğreten rehberimiz Nursin , şimdi de çadır kurmayı öğretiyor. Ferhan Hoca da ben de bu konuda meraklıyız . Grubumuzun diğer üyeleri isteksiz ,  hatta kızanlar dahi var. Onların çadırlarını atçılar kuruyor. 4200 kampında ne gezilecek bir yer nede hareket edilecek bir alan var . 3200 m. de çok ilkel koşullarda tuvaletler olsa da bura da o da yok , her şey doğal …  İnanın 4200 metrelik bir uçurumun kenarında gibiyim . Her yer taşlık ve kayalık  , ot bile yok. Ancak çok enteresandır ,  bu irtifada yaşamayı başarabilen  bir kelebek ve kuş türü var. Başka hiçbir canlı yok. Kampımızın hemen yanında zamanında buzul yatağı olduğu anlaşılan çok derin ve geniş bir vadi var. Zirvenin hemen altına kadar uzanıyor. Zirvenin yaklaşık 300 metre kadar  altında eriyen kar ve buz sularının bu derin vadiye aktığı bir şelale  var. Vadinin kenarındaki kaya parçaları zaman zaman kopup yuvarlanıyor. Ortalık toz duman içinde , yüreklerimizi korku sarıyor , can kıymetli….. Tüm öğleden sonrayı  ister istemez çadırımızın içinde miskin  miskin  yatarak geçiriyoruz . Kaldığımız çadır 50 cm yüksekliğinde , 1.5 metreye 2 metre genişliğinde,  badi çadırı tabir edilen  , çok dar bir çadır , bu çadırda Ferhan Hoca ile ikimiz kalıyoruz. İlk gece çatlayacak gibi olsak da uyku tulumlarını battaniye gibi üzerimize sererek bu soruna alıştık . 3200 metrede bile zor uyurken 4200 m.  gerçekten cehennem. Yer kayalık ve taşlık , eğri büğrü ,  yattığım yerden sürekli kayıyorum. Akşam yemeğinden sonra  saat 20:00  gibi uyumaya çalışıyoruz. Gece 02:00”de zirve yapmak için tırmanışa geçeceğiz ama zaten 2 gündür devam eden grip rahatsızlığım daha da ilerlemiş durumda , nefes almakta güçlük çekiyorum . Hava o kadar soğuk ki karanlık basınca resmen titriyorum. Yan çadırda Kürtçe sohbet eden atçı gençler  Ferhan  Hoca isyan etmese sabaha kadar konuşacaklar…. Dağdan gelip bağdakini mi kovuyorsun diyor içlerinden biri ; zaten dağdayız demek geçiyor içimden , susuyorum … Uyumak mümkün değil …

 

 

 

05.08.2011  Cuma

 

Saat 01:00’ de uyandığımda ancak 15-20 dakika Uyuyabilmiştim . Çadırımızdan çıkıp hazırlığımızı yapmaya başladık hedefimiz zirve : 5137 metre ; 16.000 feet ..  Kafa lambası , buzda giyilecek kramponlar , eldivenler , diğer aparatlar tek tek kontrol ediliyor. En önemli şey su ! Sık solunumdan dolayı vücut akciğerler yolu ile aşırı su kaybediyor. Saat 02:00’ de tırmanışımıza başladık. Gündüz gördüğümüz %80 derecelik eğim neredeyse  uçuruma yakın : 4600 yolunu çıkıyoruz ; 4200 m. den görünen son nokta burası . Yol o kadar dik  , o kadar kayalık  ki yol demek yanlış aslında .  Zira çıkarken belirli bir yol yok. Rehberin belirlediği bir güzergah var . Grubun çıkış bakımından en zayıfı benim ve grubun en arkasından geliyorum . Çoğu yeri zifiri karanlıkta soluk soluğa dört bacaklı çıktım , sürekli öksürüyorum . 4600 ‘e vardığımızda saat 04:00 oldu . Dizlerimiz titremeye başlamıştı . 300 m. lik  yolu 2 saatte inanılmaz zorluklarla geçmiştik. En büyük sıkıntı  nefes almak. Yüksek irtifadan dolayı oksijen o kadar az ki . Sanki can vereceğim de  ;  azrailini gören bir insan gibi sık ve derinden nefes alıyorum . Karnımız ve göğsümüz bir iniyor ,  bir çıkıyor .  Buna rağmen vücut oksijene doymuyor. Herkes bir kırıntı halinde bile olsa ölüm korkusu içinde . Neticede ,  50’ ye yakın, ki bu sayı  Everest’ten daha fazla  , can almış bir dağa çıkıyoruz . Güneş doğmaya başladı , manzara nefis , dağın gölgesi ovaya düştü : tam bir üçgen ! 4600 metreden sonraki hedef 4900 metre . Burası buzulun başladığı yer . 4800 metreye kadar dört bacaklı ve zar zor nefes alarak çıkmayı başarabilmiş olmama rağmen 4800 den sonra dizlerim beni taşımıyor. Ruhum vücudumu terk ediyor. Ben artık ölüyüm !!!  İçimde inanılmaz bir uyuma isteği…       5 adım atıp 1 dakika  dinleniyorum. Akciğerlerim artık göğsümde değil , küçük dilimin yanında….. Buzula nasıl vardığımı hala hatırlamıyorum….. Yarım saattir hiç kimse ile hiç bir şey konuşmadım…. 4.900 metrede buzulun başına geldiğimde  kendimi yere attım ve  söylediğim ilk cümle Ferhan Topçu”ya  : ‘’Ferhan Hocam ben artık devam edemeyeceğim’’  oldu. Bu sözüme aldırış etmeyen Ferhan Hoca 36 yıllık öğretmenliğinin verdiği tecrübe ile ve bana “”seni döverim çocuk” edalı  bakışıyla kramponlarımı takmama yardım etti. Hayır diyordu gözleri buraya kadar geldikten sonra dönmek olmaz. Krampon denilen şey bota takılan bir aparat , bildiğimiz futbol kramponları ile alakası yok . Altında 4-5 cm uzunluğunda 4 adet sivri demir var ve buzda yürümeye yarıyor. Kramponlar olmadan buzda ilerlemek imkansız Buzulun 300 metre derinliğinde olduğunu öğreniyoruz , kapladığı alan 10 km2 ! Her birimizin yorgunluktan, soğuktan, basınç azlığından , rüzgardan yüzümüzün şekli değişmiş durumda. Zirve o kadar yakın ki elimi uzatsam takkesine dokunacağım…. KENDİMDEN GEÇİYORUM …. ANNE BENİ DİZİNDE SALLA … BAYILDIM BAYILACAĞIM….. EN SON NE ZAMAN AĞLADIĞIMI UNUTTUM …..KARIM…..BENİM NE İŞİM VAR AĞRI’DA ….  DÖNSEM AŞAĞIYA HATTA DÖNMEYİP ŞURACIKTA UYUSAM , KAYALARIN ARASINDA ….. SICACIK : -10 DERECE !!!   100 KM HIZLA ESEN RÜZGAR NİNNİ GİBİ GELİYOR …30 SANİYEDİR KAPALI OLAN GÖZLERİMİ AÇTIĞIMDA FERHAN HACAMIN GRUPTAKİ DİĞERLERİNE KRAMPONLARINI TAKMALARI İÇİN YARDIM ETTİĞİNİ GÖRÜYORUM.  ZİRVE ARKAMDA …. BUNU BAŞARAMAZSAM BUNDAN SONRA HİÇBİR ŞEYİ BAŞARAMAYACAĞIM !!!  Cehennem vadisi uçurumu (atlas dergisi muhabiri İskender in düşerek öldüğü yer) 50 metre ilerimde topu topu 10 metrelik bir sırt ,  orayı geçtimi  işte zirve yolu …. BİLDİĞİM BÜTÜN DUALARI OKUDUM . OKUDUĞUM DUALARI TEKRAR OKUYACAĞIM , YORGUNLUKTAN HATIRLAYAMIYORUM …. AYAĞA KALKTIM , BUZULA ÇIKTIM , EĞİM ÇOK DİK   ….  1-2 – 3- 4  ADIM ….  ARTIK BUZULDAYIM … HER NEFES ALIŞIMIN BAŞINDA BİR (HIII) HER NEFES VERİŞİMİN SONUNDA BİR ( HAAA) SESİ VAR ….. ÖLÜYORUM , SON DEMLERİM BUNLAR … CEHENNEM VADİSİNİ DE GEÇTİM , BAŞARACAĞIM  …. ZİRVENİN ARDINDAN GÜNEŞ BİRAZDAN GÖRÜNECEK …. ZİRVEDEN ÖNCE SON TIRMANIŞ CEHENNEM VADİSİ UÇURUMUNU GEÇTİKTEN SONRA : SON 50 METRE ,  EN DİK YER : ((Z)) YAPARAK ÇIKIYORUM , BUNDAN SONRA DÖNMEK OLMAZ … İŞTE SON  10 ADIM …. SANKİ ÇOCUĞUM ARTIK ; SANKİ O 10 ADIM  10 BİN MİLYON KİLOMETRE …..  SON 3 ADIM ….ARTIK TÜM ALKIŞLAR BANA …. MÜBAREK BİR YERE GİRİLİRKEN ATILAN ADIM : SAĞ AYAK : ARTIK ZİRVEDEYİM , ARTIK TÜRKİYE’NİN EN YÜKSEĞİNDEYİM , ARTIK BAŞARAMAYACAĞIM HİÇBİR ŞEY YOK , ARTIK BEN BİR SÜPERMENİM !!!  ARTIK BEN AĞRI DAĞI’NIN ZİRVESİ’NE ÇIKMIŞ YILMAZ EFE’YİM …. SAAT  06:50  … KENDİMLE GURUR DUYUYORUM . Aşırı rüzgardan dolayı 5-6 dakika durabildik zirvede ;  her şey o 5-6 dakika içindi. Artık inişe geçiyoruz.

 

‘’Kanımın çekildiğini hissediyorum, artık ölüyorum’’ dediğim buzulu koşarak iniyorum. Buzuldan sonraki yoldan inmek , çıkmaktan daha tehlikeli . Ayağının kayması durumunda insanın yaralanması, ölmesi işten bile değil.  Ağrı Dağı’ndaki tüm ölümler dönüş esnasında olmuş , o yüzden çok yavaş ve dikkatli davranıyoruz , savaşı kazanan muzaffer komutan edasındayız , zirveye ilerleyenlere havamızı atıyoruz … 3 saatlik zorlu ve çok tehlikeli  bir inişten sonra 4200 deyiz  , çadırımıza girer giremez uyumuşum yarım saat sonra Ferhan hoca artık 3200 e iniyoruz diye uyandırdı. Burnum yerinde yok. Aşırı soğuk ve rüzgar burnumun derisini almış götürmüş burnumu hissetmiyorum. Ensem zımparalanmış gibi  ense derim  kulağıma kadar kabarmış durumda .  3200 e inerken günahlarımdan arınmış gibiyim .  2 saatlik bir inişten sonra 3200 ana kampındayız. Programa göre burada bir gece daha kalmamız lazım ama grip rahatsızlığımın ilerlemesinden korkuyorum. O gün Doğubeyazıt’a inecek olan iki kişi ile birlikte aşağıya  inmeye karar verdim. Ferhan Hoca da benimle gelmeyi kabul etti. 3200-2200 arası iniş ortalama 2 saat. Çantalarımızı  topladık  , eşyalar atlara yükleniyor . Yine yola çıkıyoruz , dudağımda  bir ıslık: ’Ağrı Dağı’nın eteğinde , uçan güvercin olsam , türkü olsam dillerde , diyar diyar dolansam  ‘’ , dağ arkamızda , başım arkaya dönüp duruyor , ben bu dağa tırmandım diyorum , ben bu dağa tırmandım . Yalnızlaşıyorum.

 

Bizi Ağrı Dağı’ndan ayıracak minübüse ilerlerken masal dünyasından koşup gelen o  “ak saçlı dev” e son kez baktım ve aklımdan ağzıma şu mısralar döküldü ….. :

 

Bir gün gelecek tüketeceksin kelimeleri ...

Ağrın bitecek çünkü ;

Yaşadığın / hayalinde yaşattığın aşk ağrın ;

...terkedilmişlik ağrısı !

İnsanın en kalabalık olduğu andır 'o' ...

Aşk ağrın bittiğinde , umarım ,

'AĞRI DAĞI' kadar büyük olmaz yalnızlık ağrın !