Sizlerin de yakından tanıdığı yakın bir arkadaşımdan sanal mektup aldım. Arkadaşım “Sevgili Eyüp” ile başladığı mektubunda meraktan da olsa anjiyo operasyonu geçirdiğini belirtirken “sigarayı bırakarak ne kadar doğru bir iş yaptığımı şimdi daha iyi anladım” vurgusunda bulunmuş.
“Sen yazının sağını solunu kafana göre düzenle, istersen paylaşabilirsin” notunu da eklediği mektubunda şunları yazmış:
“Sayın Bektaş;
Gerçekten de kaşındım. Herkes konuşuyor yok anjiyo oldum yak py pass oldum, damarlarımın yüzde bilmem kaçı kapalıydı açıldı, tansiyon hapımı değiştirdiler, kan sulandırıcıyı saatinde alacakmışım gibi sözleri ben de bir heves yarattı herhalde.
Hiçbir şeyin yoktu. Mis gibi hayatım vardı ve bu sözlerden etkilenmiş olmalıyım ki, “bir kontrolden geçirteyim kendimi” dedim.
Geçeceğim de nerede?
Özel hastanelerle ilgili anlatılanları duydukça, insan korkuyor. Kapısına bile dokunmaktan çekiniyor. Tabi ki devlet hastaneleri devlettir. Ancak devlet hastanelerinin durumu ortada. Bırakın günleri, haftaları da aylar sonraya randevu alamıyorsun.
İnat ettim ve bekleye bekleye nihayetinde randevu almayı başararak sıraya alındım.
Gittim geldim, Geldim gittim derken ön muayene, testler falan filan nükleer bölümden bile geçip, teşhis noktasına gelindi.
Ana damarlar temizmiş, şükür!
Arka damardan birinde daralma mı, tıkanma mı ne varmış.
Karar, anjiyo.
Peki dedik.
Sandık ki iki tık tık bir şık işlem tamam olacak.
Kendi ayaklarımızda kuzu kuzu gittik ve teslim olduk.
Hoppala yârim yaz geldi, çarşıya kiraz geldi.
Götürdüler beni de diğer hastalar gibi tekerlekli sandalyeler üzerine yüzümüzde de maskeyle ameliyat odalarının kapısına.
Sıramızı bekliyoruz!
Bekleyenler arasında bir hasta var ki iki de bir “Ya Allah!” çekiyor.
Ya Allah!
Neyse! “Gel” diye çağırdılar.
Baktım, kapının önünde yeşil kıyafetli, boneli maskeli kişiler ellerinde aletler ile bekliyorlar.
Hadi bakalım kolay gelsin.
Hop de!
Yatırdılar masaya.
Sol elimi ilaçlarla yıkayıp damardan şöyle bir giriş yaparken “kafanı kaldırma” uyarısını yapıştırdılar. “Tavana yıldız fotoğrafları assaydınız bari” dedim ama cevap veren bile olmadı. Boş tavana bak dur. Bu arada çalışıyorlar sol tarafımda. Olmadı yapamadılar “Ordular ilk hedefiniz tıkalı damarları açmaktır “ emri yerine gelemedi. Hop şak diye sağ tarafıma geçtiler. Hah şimdi bu işin sonu kum torbasını dedim ki, kasıktan bir daldırdılar spiralli.
Oylum oylum fidan boylum.
Az gittiler uz gittiler ve nihayet merkezde tıkalı ince bir damarın içine girip, balonları patlata patlama iki stendi arka arkaya çaktılar.
Açılmış.
Sonuç: anjiyo öncesinde kalbimin sağ tarafı çalışmıyor ve tıkalıymış ya.
“Havasına suyuna taşına toprağına
Bin can feda bir tek dostuma
Her köşesi cennetim ezilir yanar içim
Bir başkadır benim memleketim.”
Tekerlekli araba ile gelip sedye ile gönderildik yoğun bakıma. Kasık tarafım yanıyor. Çile bülbülüm çile! Of! Beş saat sonra tamponu alıp yeni bir tampon değiştirip üzerine beş kiloluk kum torbasını oturttular. Her yer karanlık! O torba kaymadan öyle kasığında duracak.
Yat sırt üstü şimdi.
Bir iki üç dört değil, tam tamına on bir saat kıpırdamayacaksın.
Çiş mi dediniz.
Ördek var ördek.
Yeni ördekler modern mi modern, boşalt gitsin.
Kum torbasının alınışının ardından “sağa sola dönebilirsin” açıklamasına bile güvenemiyor insan. Ya atardamar üzerindeki tampon kayarsa?
Atta gittin öte dünyaya.
Yani diyeceğim Eyüp Kardeşim, bu işler öyle dışarıdan duymak ile heveslenecek bir b… değilmiş.
Allah kimseye mecbur kalmadıkça hastane önünde incir ağacı fotoğrafı çektirmesin.”
*
Kısaltılıp düzenlenmiş haliyle mektup böyle bitiyor.
Bakımını yaptırmanın gönül rahatlığı ile dinlenirken aradım.
Güldü gülüştük.
Başka şeyler konuştuk ve aslında her şeyin temelini “Önce sağlık mı huzur mu?” sorusuna bağladık.
Sizce hangisi?
Tabi ki huzur!
O yok ise sağlık haşat!
Yaşam tamamen berbat!
Önlemini al, ancak yaşamın içinde huzurunu bozan her şeyden de kesinlikle uzaklaş.