TGC ile Konrad Adenauer Stiftung’un ortaklaşa yürüttüğü Yerel Basın Seminerlerinden bir yenisini geçtiğimiz hafta Hatay ve Antakya  Gazeteciler Cemiyetleri ile birlikte gerçekleştirme olanağını bulduk. Öncelikle Hatay Gazeteciler Cemiyeti’nin ve tüm Hataylı, Antakyalı dostların misafir ağırlamakta gösterdikleri inceliğe vurgu yapmalıyım. Bir halk bilimi uzmanı da olan değerli dost Mithat Kalaycı, işini gücünü bırakıp kente gelen gazeteciler ve akademisyenlere çevreyi tanıtma adına rehberlik ederken bir yandan da misafirlerinin tüm istekleri ile ilgilenme becerisini gösteriyordu. Hatay gerçek bir hoşgörü kenti. İnsanlığın tüm renklerini toplamış bağrında. Din, dil, ırk farkı gözetilmeksizin süren bir yaşam var. İnsanlık evrelerinin ilklerine uzanan zengin bir kültür de… Sanıyorum bu Hatay’a beşinci gidişim. Her gidişte yeni bir güzelliğin haberini alıyorum. Bu kez de  bir otel inşaatı kazısının altında yekpare  devasa  bir mozaik bulunduğunu muştuladılar. Mozaik otelin altında oluşturulacak bir müzede sergilenecek. Hatay Müzesi, Hristiyanların kutsal Sen Piyer Kilisesi ile ve Hızır Peygamber adına yapılan türbesi ile de ünlü.
Musa Dağı’na tırmanırken Musa Ağacı’nın altında çaylarımızı da yudumladık. Yakındaki Ermeni köyü Vakflı’yı da ziyaret ettik. Köy 35 haneli. Uzun bir süreden beri doğal tarım yapmayı sürdürüyor. Ev reçellerini, kendi ürettikleri şaraplarını köylerini ziyaret edenlerin beğenisine sunuyorlar. 135 kişilik cemaati olan küçük şirin bir kiliseleri var.
Hatay’ı anlatmaya yerimiz yetmez biraz da seminerden söz edelim. Çevre illerden 80’in üzerinde yerel gazetecinin katıldığı seminer ilginç tartışmaları ile de hem konuşmacılara hem de katılımcılara yarar sağladı diye düşünüyorum. Çalışan gazetecilerin sorunlarından örgütlenmeye, eğitimden gazete fotoğrafçılığına, günümüz ana akım medyasında yaşananlardan Arap baharına dek pek çok konu işlendi. Kısaca hem yararlı hem keyifli bir dört gün yaşandı Hatay’da.
Seminerin oturumlarından birini Antakya gazetesinin imtiyaz sahibi, Sinan Seyfittinoğlu yönetiyordu. Şiirsel bir metinle açtı oturumu. ‘Kafası Karışık Gazeteci’ günümüz gazeteciliğine ironik bir bakıştı. Sizlerle paylaşmak istedim:

Sene 2011
Sayfalarımın kafası attı.
Sarhoş çekebiliyorum fotoğrafları artık.
Ses kayıt cihazım kendine sansür
uyguluyor.

Sene 2011
Muhalefet, azınlık ve marjinal düşünce
son sayfalarda tek sütuna
 İktidarı yazıyorum ön sayfada
Koca fotoğrafların ardına saklanıp
görünmemeye çalışıyorum
Her köşe yazımda iktidarın yeşil
dolarları sırıtıyor bana.
Sayfalarım kadar benim de kafam atıyor
Meslektaşımın kulağına fısıldıyorum:
Özgür değilim!
Ama gazeteciyim.
Bağımsız değilim!
Ama gazeteciyim
Özgün ve yaratıcı değilim!
Ama gazeteciyim.

Sene 2011
Basma kalıp presleniyor mesleğim
Alnımda hakim tek bir düşünce
Işık arıyorum
Umut arıyorum
Korkularımı yıkıp
Cesaret arıyorum
Bulamıyorum.
Mesleğimin rengi çalınmış cezaevlerinde
arıyorum.

Oysa sene 2011
İnadına kalemim elimde bırakmıyorum
İnadına not defterim cebimde
İnadına fotoğraf makinem
İnadına kayıt cihazım çantamda
İnadına evrensel meslek ilkelerim usumda
İnadına ideallerim gönlümde
İnadına haber yapıyorum.

Sene 2011
Yayınlamasalar da
İnadına her sabah aynı haber
başlığını atıyorum.
Umut ettiğim, hayal ettiğim başlığı:
"Özgür ve bağımsız basın yurdumda"