Bir Pazar sabahının yedisinde yattığım odayı yatılmaz hale getiren güneş ‘kalk’ diyor. Kalkıyorum Pazar keyfini yapamadan. Pencereden bakıyorum ki, ortalık günlük güneşlik. Kendi kendime ‘haydi kalk’ emirleri göndererek el-yüz yıkamanın ardından evden çıkıyoruz yaşam arkadaşımla. Haftanın belirli günlerinde güneşin durumuna göre çıktığımız fotoğraf çekimlerine devam etme kararımızla Çavdarlı Tepesi yerine Kadı Tarlası mevkisinde buluyorum kendimi. Anlaşılan o ki beyin uyanması gerçekleşmemiş. O kesimde şehre ve çevreye bakış süreci içinde bastığımız deklanşörde zamanı sabitlerken, yola devam kararı alıyoruz. Kestaneci’ ye çıktığımızda sabahın köründe bize ‘günaydın’ diyen Uzun Mehmet oluyor. Kimisinin yaşamadığını öne sürdüğü Uzun Mehmet’in eski adı EKİ olan TTK tarafından yapılan fenerinin kenarından süzülürken içim acıyor bir kez daha.

 

Uzun Mehmet  kimliksiz.

Sanki bir garip.

Yutkunamıyorum bir anda.

O ki, bulduğu taşkömürü ile bu bölgeye hayat vermiş.

O ki Zonguldak’ı Cumhuriyetin ilk vilayeti olmasını sağlamış.

O ki önce Kardemir’in, sonra da Erdemir’in kurulmasına cazibe yaratmış.

O ki Türkiye’den göç aldırmış.

O ki hem Bartın’ın hem de Karabük’ün il olmasına güç vermiş.

O ki onbinlerce insana ekmek kapısı olan maden ocaklarına nefes olmuş.

O ki demiryolları döşetip limanlar kurdurmuş.

O ki ‘gitme de dedim ocaklara’ türkülerini yazdırmış.

O ki bölgenin sanayileşmesine lokomotif olmuş.

O ki iş-ekmek-özgürlük mücadeleleri ile toplumsal uyanış sağlamış.

O ki örnek kamu kurum ve kuruluşları kurdurmuş.

O ki şu an bile ocaklardan  binlerce emekli  kazandırmış.

 

Ama o ki…

O gariban…

O sahipsiz.

O   bazı yerel  kalemşörlerin  bile ihanetine uğramış.

O ha var ha yok.

O üzerinden miraslar kurup kazananların vefasızlığını görüp yaşamış.

O…

Hey Uzun Mehmet hey!

Sen yerel bir kahramansın.

Senin kahramanlığını bilmeyenler var.

Dün de bugün de var.

Onlar hep olacak.

Çünkü, onlar nankör.

Yedikleri ekmekte, oturdukları konutlarda direkt veya dolaysı senin bulduğun taşkömürünün varlığını inkar ediyorlar.

Aralarında mürekkep yalayıp da o mürekkebin özündeki ruhu öğrenememiş okumuş cahiller de var.

Kimi şu, kimi bu…

Oralarda buralardalar.

Senin adına yakışır bir anma töreni bile düzenlemekten aciz bu insanlar, her yıl 21 Haziran’da senin adının anıldığı törenin bile yanlışlığını söylemiyorlar.

Oysa sen Ereğli´lisin.

Sen Ereğli’nin eski köyü olan Kestaneci’densin.

Oradasın.

Çok eski  EKİ yöneticilerinin vefası bulaşmamış sonrakilere.

Ne TTK’ ya, ne GMİS’ e, ne  Amelebirliği’ ne, ne Erdemir’e, ne Kardemir’e, ne Belediyelere.

Sen yetim.

Sen öksüz.

Bir fenerin karşısına geçip sözüm ona hikaye okuyan sözlerle seni anıyorlar.

Oysa sen böyle mi anılmalısın.

Senin şahsıda maden kömürü ve ulusal servetler gündeme getirilip ciddi projelere imza atılmaz mı?

Ah ah!

Kestaneci’ den  Abalı’ ya uçan gaz kadar akıl yok bunlarda.

 

Çavdarlı tepesinden Ereğli’yi, denizi, Baba Burnu’nu, Çeştepe’ yi,  Kale Tepe’yi süzdük Süzüşlerimiz bir süre sonra deklanşöre verdiğimiz komutlarla devam ettiğinde  saat dokuz olmuştu. Hava günlük güneşlik.  Şimdi fotoğraf çekme zamanı. Haydi Bozhane’ye. Bozhane limanının mendireğinde  üstü çıplak yürüyenler dikkatimi çekiyor. ‘Valla güzel akıl’ diye geçiriyorum içimden. Bedava güneşten elektrik üreterek yararlanmayanların termik santral kurma girişimlerine okkalı bir okuyuş gerçekleştirerek sarı demirler arasından enstantene yakaladık durduk bir saat boyu.  Bozhane’de Hicabi’nin yerindeki kısa bir dinlence sırasında bir uyku bastırdı ki eve zor attık kendimizi. O günlük güneşlik havanın koynunda şekerleme faslına kararı bilinci kaymış uykulu beynim vermişti bile çoktan. Bir uyandım ki saat 1’e gelirken gök gürültüleri  ile uyadım. Dışarıda sağanak yağış.

Yaşam da böyle işte.

Bir varmış bir yokmuş gibi.

Sabah günlük güneşlik, birkaç saat sonra gökyüzü gürlüyor bulutları çarpıştırarak.

Sevinçler de üzüntüler de ne kadar iç içe geçti geçiyor yaşamımızdan. Sürekli rastlamıyor muyuz karşıdan gelen düğün alayı ile selamlaşan cenaze araçlarıyla.

Kimine sevinç, kimine acı.

Ve hepsi bir  ‘an’ da sona eriyor.

Geride kalan ise vefa.

O da var ise…