Şemsi Denizer, Türk-İş Genel Sekreteri, Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Genel Başkanı olarak görev yaparken 6 Ağustos 1999 tarihinde, Zonguldak’ta evinin önünde kurulan pusuda katledildi.
1990-91 Zonguldak maden işçilerinin büyük grevine ve 100 binden fazla insanın katıldığı 4-8 Ocak 1991 Zonguldak-Ankara yürüyüşüne, 5 Nisan 1994 özelleştirme kararlarına karşı eylemlere liderlik yapmıştı.
Siyasi kaosun devam ettiği, özelleştirme rüzgârının tavan yaptığı ve yabancı sermayenin “Uluslararası Tahkim Yasasını” dayattığı günlerde, işçilerin ve emekçilerin birleştiği “Demokrasi Platformunun” sözcülüğünü yapıyordu.
İktidar TBMM’den tasarının geçmeyeceğini anlayınca 4 Ağustos’ta oylamadan vazgeçmişti. Denizer, 5 Ağustos gecesi Zonguldak’a geldi, 6 Ağustos sabahı GMİS Genel Kurulu açılışında, aşağıda özetlediğim konuşmayı yaptı ve konuklara verdiği yemek sonrasında gece yarısı öldürüldü.
Tahkim Yasası 14 Ağustos’ta hemen hemen tüm partilerin katılımıyla kabul edildi.
O yoğun günlerde birlikte hazırladığımız bu konuşmanın tam metnini ve olayın ayrıntılarını “Mücadele Ediyorsak VARIZ” kitabımda yazdım.
Bakınız özetle, o gün neler söylendi, bugün nereye geldik.
***
1946 yılından buyana, ülkemiz demokrasi mücadelesine ışık tutan Sendikamız, Türkiye’nin en eski ve köklü sendikalarından birisidir…
1848’lerde kömür ocakları işletmeye açıldığında Türkiye henüz işçi kavramına bile yabancıdır. İşletmeciler, Osmanlı İmparatoroğlu’nun doğal kaynaklarına göz dikmiş yabancı şirketlerdir…
İnsanlarımız; Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Belçika ve Yunan şirketlerinin bölgemizi acımasızca talan edilişini görmüş, köle gibi çalıştırılmışlardır…
***
Bugün maden işçilerinin ve Zonguldak halkının, Çok Taraflı Yatırım Anlaşmalarına ve Uluslararası Tahkime karşı durmasının anlamı büyüktür. O dönem (1800’lü yıllar), Zonguldak’ın bakir ve ucuz kömür kaynaklarına saldıran Avrupa şirketlerine zemin hazırlayan Galatalı Sarrafların yerini, bugün ülkemizin her türlü zenginliğini çok uluslu şirketlere pazarlayan IMF ve Dünya Bankası’nın aldığını en iyi onlar bilmektedir…
***
Bugün yeniden Vahşi Kapitalizme dönüşün senaryolarını yazıyorlar. Buna da Yeni Dünya Düzeni (YDD) diyorlar. Küreselleşmeyi ve globalleşmeyi anlatıyorlar…
Sistemin kriz dalgalarını kontrol altına almak isteyen gelişmiş ülkeler, 2.Dünya Savaşı sonrası, IMF ve Dünya Bankası’nı kurarak sermaye hareketlerini yönlendirmeye başladılar…
Ülkeyi gelişmiş ülkelerin açık pazarı, ucuz emek cenneti, montaj sahası, çöp alanı gibi kullanabilmenin her yolu deneniyor…
Eğitimden sağlığa herşey özelleştirilmeye açıldı. Sosyal devlet anlayışının terk edilmesi, kurumlarla birlikte toplumu yaralamaya başladı…
***
Türkiye, faize koşan sıcak para ile döviz rezervlerimiz 20-25 milyar dolar diyerek sorunlarını saklayamaz…
İstanbul Sanayi Odası’nın, “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” raporuna göre, Hükümetin özelleştirme kapsamına aldığı KİT’ler, Türkiye’nin en büyük ve ençok kar getiren kuruluşları arasında, ilk sıralarda yer aldılar. 1998 yılının ilk 10 firmasından 6’sını, kamu kuruluşları olan; TÜPRAŞ, TEAŞ, TEKEL, T. Şeker Fabrikaları, ERDEMİR ve PETKİM oluşturuyor. Petrol ofisi ve TKİ de ilk sıralarda yer alıyor. Ençok kar getiren kuruluşlar arasında ilk 5 sırayı da yine KİT’ler almıştır. Doğal olarak vergi gelirleri de bu firmalardan sağlanacaktır…
Bugün; Krizden etkilenen, ihracat sıkıntısı çeken, turizm gelirleri azalan, yatırımların durma noktasına geldiği, dış borç özellikle de iç borç açmazına düşmüş bir Türkiye söz konusudur. Ve ülkemiz bu fırsatı kullanan uluslararası sermaye tarafından; Sosyal Güvenlik alanında, Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları ve Uluslararası Tahkim konularında sıkıştırılıyor.
***
Yabancı tekellerin yatırım yapacağı ülkede hammaddeyi istediği başka bir ülkeden getirip sermayesini istediği ülkeye transfer edebilecektir. İthal ettiği mallara gümrüklerde büyük kolaylıklar sağlanacaktır. Yabancı tekeller pazarlama ve çalıştıracağı işçiler için sağlanacak koşulara kendileri karar verecek, iç hukuk kuralları ve çalışma yasaları onları bağlamayacak, dahası ülke yönetimleri dahi onlara müdahale edemeyecek. Anlaşmazlıklar konusunda gene kendilerinin oluşturduğu Uluslararası Tahkim Kurulu’na başvurulacak.
Direnişler, halk hareketleri, grev gibi nedenlerle yabancı yatırımcıların uğrayacağı zararları, hükümetler karşılayacak… Ülkemizin yer altı ve yerüstü kaynakları insafsızca tüketilirken, doğanın katledilmesi, çevrenin kirletilmesi gibi durumlarda yabancı yatırımcılara hiçbir yaptırım uygulanmayacak.
***
1999 sözleşmeleri özellikle kamuda başarılı bir şekilde tamamlanmıştır. Bu sözleşme, sözleşme tekniği açısından en iyi sözleşmelerden birisi olmuştur. Ayrıca maden işçileri için yeraltı çalışanlarına yüzde 15 ilave ücrette alınmıştır…
Zonguldak’ın büyüdüğü yıllar, Türkiye’nin ekonomik anlamda büyüdüğü ve kalkındığı yıllar olmuştur… Zonguldak’ın ekonomideki ağırlığı azaldıkça, Türkiye ekonomisi de dış ve iç borç açmazlarına sürüklenmiş ve kriz noktasına gelmiştir. Çünkü Zonguldak demek üretim demektir… Zonguldak bugün göç veren illerin başında geliyor. Sürekli küçülen KİT’ler, yeni iş alanlarının açılmaması nedeniyle gençler başka illere iş aramaya gidiyor.
Zonguldak bir emek kenti olmaktan çıkıp emekli kentine dönüşmüştür…
Zonguldak’ı ve Türkiye’yi bu hale sürükleyenler, milliyetçilik lafını hiç ağzından düşürmeyenlerdir. Böyle milliyetçilik olur mu? Halkını, ülkesini sevmeyen milliyetçi olabilir mi? Onlar olsa olsa IMF’nin, Dünya Bankası’nın maşası olurlar.
***
Değerli konuklar, Sevgili İşçi Arkadaşlarım,
Başlangıçta da ifade ettiğim gibi Türkiye çok yönlü bir saldırı ile karşı karşıya. Değişen dünya dengeleri içinde çok hassas bir noktada bulunan, coğrafi konumu, kültürel bağları, doğa ve insan zenginliğiyle herkesin dikkatlerini üzerinde toplayan Türkiye; ülkesinin gücünü ve konumunu bilen, ülkesini ve halkını seven, deneyimli siyasetçilerle bütün bu sorunlarını aşabilecek potansiyele sahiptir.
Öncelikle ülke içinde toplumsal barışı tesis etmek, adımları halkın desteğini alarak atmak gerekiyor.
Herşeyden önce demokrasiye ihtiyaç vardır. Hiçbir gerekçe ile demokrasinin gereği olan kurum ve kurallar yok sayılmamalıdır. Çoğulcu, özgürlükçü ve katılımcı parlamenter demokrasinin kuruluş ve işleyişinin önündeki tüm engeller kaldırılmalı.
Bizler, üniter devlet yapısı içinde demokratik, laik, sosyal hukuk devletini savunuyoruz. “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” diyen ulu önderin izinde yürüyoruz…
Bu ülkede herkes siyaset yapabilmeli ve Türkiye her alanda yetişmiş insan gücünden faydalanabilmelidir. İnsan malzemesini iyi kullanamayan hiçbir ülke gelişemez.
***
Ülkemiz ve dünya emekçilerinin deneyimleri, mücadele tarihleri, Vahşi Kapitalizmi yeniden hakim kılmak isteyenleri yola getirecek zenginliğe ve güce sahiptir.
Emek Platformu gerçekten önemli bir oluşumdur. Kararlı, tutarlı, ilkeli bir şekilde sürdürülmesi, birlikteliğin sağlanması önem taşımaktadır. Uluslararası platformda da, dünyadaki sendikal hareketle dayanışma içinde olacağız.
Saydığım tüm olumsuzlukları değiştirmek bizim elimizdedir. Hep birlikte, bu olumsuz yapının değiştirilmesi için mücadele etmek görev ve sorumluluğunu yerine getireceğiz.
Bu duygularla tekrar hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyor, mücadelemizde başarılar diliyorum.”