Birbirini tamamlayan bu iki kelime üzerine düşünmemiz gerektiğini zannediyorum. Arzu ettiğimiz demokraitk yaşamda güvenin olmamasının bizi nerelere götüreceğini anlamalıyız.
Güven, günlük yaşantımızda da en dikkat ettiğimiz durum olmasına rağmen politik / siyasal yaşamda en çok suistimal ve göz ardı edilen konudur. Nedense bu konuya sessiz kalınmakta, hem dünya hem de biz acı sonuçlarına katlanmaya mecbur oluyoruz. Böylece, gelecek kuşakların, çocuklarımızın, torunlarımızın yaşamını ipotek, tehdit altına girmesine yol açtığımızı görmek istemiyoruz.
Güvenin olmadığı toplumlarda KAOS / KRİZ kaçınılmazdır, dünya bu örneklerle doludur.
Yapılan çalışmalarda güven endeksinin hem bizde hem dünyada hızla düştüğü ortaya çıkmıştır.
Araştırmalar, anketler halkın; hükümetlerin nadiren kamu yararına hareket ettiklerini düşünmekte olduğunu ortaya koymuştur.
Bu güvensizlik, toplumda olumsuzluğu, kaygıları beslemekte; sonuçta insanlar, oy vermeyi, seçime gitmeyi reddedebilmektedirler.
Mevcut sistemin (demokrasi!!) geriye gitmesi populist hareketleri ortaya çıkarmakta, bu da egemen sınıfın kontrol ve kaygılarını artırmaktadır. Bu kaygıların zaman içinde birikerek toplumsal öfkeyi tetiklemesi muhtemeldir ve de görülmektedir (Fransa’da sarı yelekliler, Hollanda’da çiftçi hareketleri gibi…).
Ülkelerdeki sosyal yaşam geriledikçe, gerilim artmakta, grev, isyan, suikastlar, terör eylemleri, hukuksuz tutuklamalar ve iç savaş yaşandığı görülmektedir. Bu olaylar toplumun kültür ve birikimine göre de yol haritası çizmektedir.
İnsanların sıkışık kalmaları, başkalarının haksız bir şekilde para, mal, mülk ve diploma sahibi olduklarını gördüklerinde toplumsal ve kişisel gerilim de tırmanmaya uygun hale gelmektedir.
Birçok ülke bu seviyelerin eşiğindedir ve eşiği atlamaları da an meselesidir. Saydığımız bu olaylar bazı ülkelerce de tetiklenmekte ve de desteklenmektedir. Bunu sebebi, “ülkelerin dostlukları olmaz, menfaatleri olur” düsturu altındadır.
Günümüzde; bu olaylar su savaşları, gıda, ticaret, enerji yollarının ele geçirilmesi, dağılımın bozulup istenilen sonuçlara ulaşmak için açıkça uygulanmakta ve medyada da sürekli bu konular konuşulmaktadır.
Bu olaylar; aşırı enflasyon, gerileyen gelirler, gıda, enerji krizine neden olmakta ve toplumda gerilim artmaktadır. Sonuçta da; sömürgeleşmeye, doğal zenginliklerin kaybına giden yol görülmektedir.
Gelişmiş ülkeler / egemen toplumlarda da dışarıda savaş çıkarıp içeride otorite, kenetlenmeyi; böylece, iktidarda kalmalarını başardıklarını görmekteyiz (ABD, İngiltere, İsrail, İran vd.).
Gerçek demokrasiler, güven üzerine kuruludur. İnsanlar, Hükümet yetkilileri, bürokratlar, Ordu, Adalet, Ticaret vb. gibi yerlerde bulunan yöneticilere güvenmeleri ve onlarında güvenilir olması gerekir.
Demokrasinin / Güvenin olmadığı otoriter devletlerde idari başarısızlık ve gelişen teknolojiyi de yönetememeyi getirecektir. Bu tür yönetimler, teknolojiyi sadece kendi hükümranlıklarını korumak için talep edeceklerdir. Bu şekilde gelen teknoloji; endişe ve karmaşayı da artıracak, kişisel hürriyetleri ortadan kaldıracaktır.
Ülkenin devamlılığı; kararlı, ülkesine bağlı, Liyakat, Bilgi ile donanmış teknolojiyi üreten ve yöneten bir konuma gelince mümkün olacaktır.
Bunun için; iç ve dış siyaseti bilen, güvenilir, vatansever, bilgili, hızlı karar alıp uygulayan lider ve yönetici kadrolarla olacağı da açıktır.
Geleceğe ufkun ötesini gören liderler, yöneticilerle gidilebilecekir.
Coğrafya kaderdir, coğrafya tarihi de yazar…
Gelecek tarihimizi yazmak bizim elimizde olmalıdır, yabancıların ya da uzantılarının değil.
TURGUT SIDAL