84 yaşında bir gazeteci. Yaşamı boyunca da bir tek kirli ilişkiye karışmamış, devleti hortumlamamış, sermayenin uşağı olmamış. Ve sabaha karşı evine baskın yapılarak gözlemaltına alınıyor. Oysa?. ?Adliyeye gel? veya ?şu saatte polise gel? diye bir haber alsa, koşa koşa gider. Çağırmıyorlar. Sabaha karşı evine baskın yaparak bir hırsız ve katil gibi gözlemaltına alarak gözdağı veriyorlar. Cumhuriyet Gazetesi?nin İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk?un bu şekilde gözaltına alınmasıyla ilgili haberleri okurken, 1996 yılı geldi aklıma birdenbire. Erdemir?in iyi yönetilmediği yolundaki eleştiri yazılarım nedeniyle dönemin Genel Müdürü Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe vererek ?benim hakkımda yazıyor? diye şikayette bulunmuştu. Doğaldır ve hakkıdır. Emniyetten bu konuda ?ifadeni alacağız? diye telefon geldiğinde hemen emniyete gittim ve ?Avukatımız İstanbul?da Fikret İlkiz. (İlhan Selçuk`un da avukatı) Bu suçlamalar ile ilgili olarak yazılı savunma isterim. Ben de sabah gelir ifademi de veririm? demiştim. İfademi almak ile yükümlü olan polisler kabul ettiler ve sabah görüşmek üzere ayrılmıştım. Konuyu Fikret Beye telefonla bildirdiğimde ?sana faks geçeceğim. Bu savunmayı dosyana koydurursun? dedi. Sabah ilçe emniyetine gidip savunmamı yapmaya hazırlanırken gece 21.00 sıralarında evimin kapısı çalındı. Bahçelievler?de oturuyorum o tarihte ve 3. katta. Baktım ki polisler kapıda. Telefon ile Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Celal Bozkuş`a durumu bildirirken kapıyı açtım emniyet mensuplarına. Durum belli. Beni gözaltına alacaklar ve baskı uygulayarak gözdağı verecekler. Öyle oldu. Hastanede muayene ve yakalama tutanaklarını imzaladık derken, ortalık karıştı. Gece ilçe Emniyet Müdürü bile makamına geldi. Öyle ya, büyük bir terörist yakalamışlar, devletin kaynaklarını hortumlayan çete lideriydim ben. Emrimde yüzlerce tetikçi, tefecilik yapıyor ve toplumun huzurunu da bozuyordum ya. Dönemin İçişleri Bakanı Ülkü Güney`e kadar uzanan bir gürültü kopmuştu. Bu toz duman arasında Fikret İlkiz?in İstanbul?dan müdahalesi ile gözlemaltına alındıktan birkaç saat sonra salıverildim. İlkiz beni salıvereceklerini telefonla bildirirken "abi sabaha kadar kalsam daha iyi değil mi?" demiştim. Amacım bu haksız ve baskı amaçlı uygulamayı sonuna kadar yaşamaktı. İlkiz`in dediğine uyduk salıverildik. Nasıl mı salıverildim: "Susma hakkımı kullanıyorum. İfademi savcılıkta vereceğim" yazılı ifade tutanağını imzalayarak. Sakın ola ki gülmeyin. Vallahi de, billahi de gerçek. O geceyi hiç ama hiç unutmam. Polis arkadaşlara ?ya beni çağırsanız anında gelirdim? dediğimde bu garip duruma anlam veremediklerini kabullenip boyunlarını bükmüşlerdi. Polsin biri "abi ya. Bizi evden toplayıp yolladılar" sözleriyle de çaresizliğini kulağıma fısıldayıvermişti. Ne yapsın polislerimiz de emir kulları? Ertesi günü, benim mevcutlu olarak savcılığa getirilmemi isteyen savcı, gece yaşananların tüm sorumlusu sanki polis memurlarıymış gibi polislere bağırmış ve ?ben size, bir hırsız ve katil gibi evini basıp da gözaltına mı alın dedim? demişti. Na garip. Olan hep alttaki garibana olur. Fırçayı yiyen ezilen polisler olmuştu. Savcılıktaki ifadenin ardından, yaşananları ve susturmaya dönük baskıları anlatmak için bir basın toplantısı düzenlemiştim. Bu haksız ve baskı amaçlı gözlem altına alınma olayına tepkimi ifade ettiğimde, toplantıya gelen meslektaşlarıma ?sizinle ilgisi yok. Biliyorum ki bu açıklamalarım yayımlanmayacak. Ama ?gözaltına alındığından haberimiz yoktu? diye yan çizmek isteyenlere fırsat vermemek için bu toplantıyı yapıyorum? demiştim. Öyle de oldu. Bir tek Gündem Gazetesi?nde yayımlandı iletişim özgürlüğüne yapılan saldırı haberi. Erdemir?in gücü, basın özgürlüğünü ezip geçmişti. Yağı fazla kaçırma başarısını gösterenler de şahsıma ettiği küfürlerin ödülü olarak ya Erdemir?e girmiş ya da bir yakınını işe yerleştirmişti. İlhan Selçuk gibi Cumhuriyetine sevdalı yaşlı bir aydının evine baskın yapılması ve gözaltına alınma olayı ile oniki yıl öncesinde kendi yaşadıklarımı yan yana getirdim. Canım yandı. İiletişim özgürlüğünün, bir gün herkese gerekli olacağını (aynen hukuk gibi)ve asla unutulmamasını hatırlatırken, güzel ülkemin gökyüzündeki kara bulutlarından kurşun yağdığını görüyorum aydınlığın üzerine. KATIL AMERİKA DEMEK SUÇ! Bolu?da Yurtsever Cephe mensuplarını dövdü güvenlik kuvvetleri. Televizyonlarda bu meydan dayağını izlerken düşüncelere daldım. Yıllardır bu ülkede ?Amerika?ya hayır!? diyenleri dövüyorlar. Dövmek yetmiyor öldürüyorlar. Hatta bu öldürme operasyonlarına yargıyı da alet edip, bir tek kişinin burnunu kanatmamış Türk çocuklarını idam sehpalarında asarak gözdağı bile veriyorlar. Bu ülkede en büyük suç ?Katil Amerika defol? demek oluyor. Kim kime ve nasıl emir veriyor bilmiyorum ama, kendilerine milliyetçi diye yafta yapıştıranlar, milliyetçiliği de en ağrı şekilde inciten şekilde Amerika yanlısı olup, Amerika?ya karşı çıkanlara saldırıyor. Neden? Burası Amerika mı, yoksa Türkiye? mi? Benim bildiğim Türkiye. Mustafa Kemal Atatürk ve ulusal kahramanların kan ve canlarıyla kurdukları koskocaman Türkiye Cumhuriyeti?nde yaşamanın gururu içindeyiz hepimiz. İyi güzel de, Amerika?ya hayır diyenler niye dövülür, öldürülür ve asılır? Kimdir bu emri verenler? Ve neden Amerika için yumruk vurur, silahını ateşler bu ülkenin gençleri kardeşlerine?!! Bolu?da Yurtsever Cephe?nin gençlerine vurulan hem yumruk ve copta bu soruya yanıt arayıp durdum. Bulamadım yanıtını? Bulamıyorum? Sahi neden? ?Katil Amerika? sözünden rahatsız olanları kızdıran ve öfkelendiren ne?