Alışkanlık yaptı Zonguldak’ın üzerinde dolanıp duran karabulutlar.
Arada bir gelip gelip yokluyorlar ve sonra da kayboluyorlar ki, bir boşluk buluncaya kadar.
Yine geldiler.
Yine aynı gerekçe “TTK zarar ediyor, özelleştirelim” diye.
İyi güzel de, özelleşmeden başka seçenek yok mu?
Elbette var/vardır!
Hani şu bir ara “Akiller” denen bir numara vardı.
Aralarındaki artistler bile vitrin yapıyordu.
O akillerin Zonguldak’a gelip de düzenledikleri toplantıyı izlediğimde gözlemlerimi “Öldürmeden öldüler” başlıklı bir yazımda ifade etmiştir.
 
İşte bugün o gün ki, 2013 yılındaki  yazımı  bir kez daha paylaşarak bugünü yorumluyorum.
Sahi nerede o akiller?
Niye Zonguldak için ayağa kalkmıyorlar?
 
ÖLDÜRMEDEN ÖLDÜLER

Zonguldak’ta düzenlenen akil adamlar toplantısını izledim. İyi ki izlemişim. Bu ‘akil’ dedikleri  atanmışların toplumu nasıl dizayn edeceklerini gördüm.
Çağrılı olan sivil toplum örgütlerin temsilcilerinin yaptıkları konuşmalar akillerin içini huzur ile doldurdu.
Çok mutlu oldu akiller Zonguldak’ta.
Çünkü, her konuşmacı ‘barış’ dedi, 80 küsur gündür kan akmadığına dikkat çekti.
Kimisi de, bu kan akmayışının ekonomik yararlarından bahsetti.
Hayretle izledim söylenenleri.
Kimi zaman da ürpermedim değil PKK için ‘Silahlı kuvvetleri’ ifadesi kullanıldığında.
Derken söz alan bir kadın salonda neden Türk Bayrağı ve Ulu Önder Mustafa Kemal’in fotoğrafının olmadığını sorarken, Damat Ferit’ten bahsederek, ‘ülke işgal altında mı ki siz neyin akilisiniz?’ dedi.
Bu soruya kadar salonda Türk Bayrağı ile Atatürk posterinin bulunmamasına hiç dikkat etmemiştim.
Doğruymuş.
 
Akil takımını dinlerken, Emeğin Başkenti’nin fotoğrafını gözümün önüne getirmeye çalıştım.
Kömür ile var olan Zonguldak’ta bilinen rakamlara göre 5 bin şehit var.
Ya ocakta ölüp de adı sanı bilinmeyenler?
Sayısı ne?
13 yaşındaki çocukları jandarma dipçiği ile ocağa sokanlar, o madencileri ölmeden köylerine göndermediler.
Ocaktan kaçanların analarını karılarını karakollarda rehin tuttular.
Falaka, kırbaç başta olmak üzere her türlü işkenceden geçirdiler.
İş ve işçi sağlığının İ’sinin bile adının geçmediği, meslek hastalığına yakalananlara doktorların iş göremez raporu veremediği yıllarda, Zonguldaklı eline tabanca tüfek alıp devletine hiç kurşun sıkmadı.
Zonguldaklı hep üretti.
Hep ezildi.
Hep işkence çekti.
Hep de verdi.
Vergi verdi.
SSK ödedi.
Katma değer üretti.
Yine de horlandı.
Bu Türkiye Cumhuriyeti devleti bir yıl tüm gücünü hizmet olarak Zonguldak’a aktarsa yine bu kentin hakkını ödeyemez.
Zonguldaklı da can verdi can.
Öldürmeden ölerek can verdi.
Yine de bir tek gün devletine baş kaldırmadı.
 
Akiller (!) geldi Zonguldak’a.
Hükümetin seçip atadığı akiller.
Gelip de ‘kan mı aksın?’ dediler.
Sanki kan akmasından yana olan varmış gibi.
Kanı akıtan kim?
Silahları veren kim?
Besleyen kim?
 
O akiller bir de Zonguldak’ı akıllarına getirselerdi.
Deselerdi ki, Zonguldaklı bu devlete kanını, canını verdi.
Emeğini verdi.
Dedesini, oğlunu, torununu maden ocağında kaybetti.
‘Ey Zonguldaklı senin derdin ne?’ dediler mi?
Hayır!
Kendi çalıp oynayarak Güneydoğu’da akıtılan kanı ‘barış istiyoruz’ sözleriyle aklamaya kalktılar.
Toplantıya sızan bir grup da, ülkeyi böldürmeyeceklerini ifade ederek ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sözleriyle noktayı koyup gittiler.