KASABANIN HAFIZA DURAKLARI (3)

Bak, önce önemli bir şeyi anlatmam lazım dedi.

Birinci ağızdan kim bilir kaç kez dinlediği, kasabanın gurur vesilesi olan olayı tane tane anlatmaya başladı.

Babam Ahmet Kaptan, eski takvime göre 1317 doğumludur, yeni takvimde 1901’e denk gelir. O zaman 18-20 yaşlarında, arkadaşlarıyla iskelenin arkasındaki Konak kahvesinde oturuyorlar. İçeriye hışımla Doktor Dündar Güçeri’nin babası Doktor Musta Bey giriyor.

Adeta burnundan soluyor, gözlerini kahvedekilerin üzerinde şöyle bir gezdiriyor burada göbeğinden işeyecek bir delikanlı yok mu? diyor.

Herkes bir dikiliyor, yahu Alemdar Gambot’un önünden kaçıyor diyor,

Kahve bir anda dalgalanıyor, millet galeyana geliyor, sandallara koşuyor.

Babam, Sarı İzzet ve Kırım Musa ile birlikte ilk buldukları sandala atlıyorlar. Nereden buldularsa yanlarında av tüfeği de var.

Ahali, Alemdar’a doğru, Gambot’un üzerine doğru küreklere asılıyorlar. Gambot bir taraftan kaçıyor bir taraftan da sallapati ateş ediyor. Ama öyle büyük bir çatışma falan olmuyor, nasıl olacak ki Gambot uzaklaşmış, Alemdar’daki adamları da derdest etmişler, ellerini ayaklarını kıs kavrak bağlamışlar, paketlemişler.

İhsan Akman ablamın kayınpederidir, babamla pek arası yoktu. Öncelerde biraz farklı anlattığı olayı, babamın daha farklı anlatmasına karşılık ısrarla Bahriyeli Ahmet’te orada mıydı? diye sorduklarında, evet ordaydı diyerek geçte olsa babamın anlattıklarını teyit etmiştir.

Yani olayı kasabaya duyuran, gençleri organize edip harekete geçiren kişi Doktor Musta Bey olmuştur. Bunu belki birileri biliyordur ama nedense pek dile getirilmiyor, bunun bilinmesi Musta Beyin hakkının verilmesi lazım.

Babam çok geçmeden askere gidiyor beş sene bahriyede askerlik yapıyor, öyle olunca da lakabı Bahriyeli olarak kalıyor, İzmir’e giren askerlerin içinde babam da varmış dedi.

Kasabada o zaman iki tane Ahmet Kaptan var. Birisi Telcilerin Ahmet Kaptan diğeri de babam Bahriyeli Ahmet Kaptan.

01-12

50’li yıllar Annesi İle birlikte

02-7

Babası ile birlikte,

Arkadaki ahşap bina şimdilerdeki sahil taksinin üst tarafında fener dairesinin yanında kalıyormuş.

…………………..

Bahriyeli Ahmet’in oğlu Muammer Çolakoğlu,

Kasabanın kırklılarından. Kasaba sevdalısı, doğma büyüme kasabalı, kasabanın öz evlatlarından birisidir.

1945 yılının kasım ayında kasabanın Orta Cami semtinde doğduğundan bu yana, eğitim ve askerlik dışında kasabasından ayrılmamış, ayrılmayı da aklına getirmemiş, iyi günde de kötü günde de büyük bir aşkla sadakatle bağlı olduğu kasabasının havasını solumuş, suyunu içmiştir.

Hatıralarından, birikmiş anılarından, o zamanların kasabasının güzel keyifli zamanlarından söz ederken, sohbetin her kelimesinde, çocukluğunun, gençliğinin, delikanlılığının geçtiği kasabasını nasıl büyük bir özlemle, sevgiyle, saygıyla ayrı bir heyecanla tekrardan yaşadığını anlamak zor olmuyor.

Şimdiki haline bakıpta evlerinin orta cami civarında, semtin çarşı ile iç içe geçtiği bir konumda olduğunu görüp, neredeyse çarşının içerisinde doğmuş gibi düşünenler olursa büyük bir yanılgıya düşerler.

O zamanlar Orta cami, çarşının dibinde, içinde bir semt değil.

Çarşı, Kaneri ağzından aşağıya doğru Tekereklerin dükkânı ile başlıyor.

Çünkü Orta Cami civarındaki evler de, kasabanın diğer mahallelerinde olduğu gibi, ağacı bol, geniş bahçelerin içerisinde.

Orta Cami civarında iki aracın yan yana geçmekte zorlandığı tek bir araç yolu var.

Orta Caminin önünden, Dikili yokuşu ile başlayıp, Kayabaşı altından, Kız kapısı Yenimahalle İstasyon taraflarına giden, kasabanın en önemli en işlek caddesi.

Akarca’nın içerisine doğru giden doğru dürüst yol bile yok, şimdiki cadde Evlerin bahçelerindeki ağaçların dışarılara sarktığı Arnavut kaldırımlı dar bir sokak.

Bizim mahallede tek bir evde buzdolabı vardı, Gazeteci Eşreflerin evinde, komşular etini, kıymasını onların evinde saklardı. Bizim evde, Eşrefler’in evinde, bir de Keserciler’in evinde radyo vardı.

Evet, yokluk zorluk çoktu, ama dostluk komşuluk sohbet muhabbet vardı, diyerek çocukluğunun geçtiği Orta Cami taraflarının mahalle yaşamını anlatıyor.Kuvvetli hafızası o yılları hatırlamakta çok zorlanmıyor.

Kilisenin yanındaki, Alemdar İlk Okulu’nda birinci sınıf öğretmeni Saliha Topuz oluyor. Saliha hocası Zonguldak’a tayin edilince, ikinci sınıftan son sınıfa kadar yakın zamanda kaydettiğimiz, kasabanın evladı Avukat İlker Öncel’in babası İhsan Öncel, son sınıfta ise kasabanın Orta Okulunun Müdürü Fransızca Öğretmeni Hataylı Mehmet Özdoğan’ın eşi Münire Özdoğan öğretmeni oluyor.

Aynı okulda Refik Sart’ın eşi de öğretmenlik yapıyor.

…………………….

Çarşı deyince aklına ilk gelen Adnan Eken’in, Eken bakkaliyesi.

Gerçi yanında Topal İsmail’in de bakkalı var ama Adnan Eken’in güler yüzlülüğü, ürün çeşitliliği, temizliği, ailesi’nin oradan alış veriş yapmasından sebep olmalı orayı unutamıyor.

Çarşıda az aşağıda sonralarda Gör-Al mağazasının açıldığı yerde, Refik Sart’ın bazı kırtasiye malzemeleri de sattığı bir bakkal dükkanı daha varmış.

Çocukluktan çıkıp okul zamanlarının başladığı dönemlerle birlikte, çarşı taraflarına da gidip gelmelerin başladığı anlaşılıyor.

Şimdilerdeki Kaneri ağzındaki pasajın yerinde, bahçe içerisindeki büyük Konağın ön tarafında Nakkaşın Camcı dükkânı, yanında Kunduracı Topal İsmail’in dükkânı, az ilerisinde Gazozcu Şevketin dükkânı ile Camcı Şükrü’nün dükkânlarının, karşı sırasında Vesile Dikmen’in dükkânının olduğunu hatırlatıyor.

Söze, üst yoldan, aşağı yola yani Hamam üstünden Hamam arasına inerek devam ediyor.

Ali Molla camisinin önünden pazaryerine doğru giden yol üzerindeki Belediye Dükkânları’nın sonralardan yapıldığını, o aralar Ali Molla Camisinin kullanılamaz durumundan sebep, ibadete kapalı olduğunu söylüyor.

Aklında, Camiyi Gazeteci Eşrefin Babası, Gazeteci Rıfkı’nın onardığı kalmış.

Hamam arasında caminin önünden geçen yolun içeriye doğru yarım ay şeklindeki boşluğunda şimdi Migros mağazasının olduğu alanda kimlerin dükkânları işyerleri yokmuş ki.

İlk sırada, baş tarafta Mahir Fındık’ın tekel dükkân’ının yanında Dalgacı Memed’in kadayıfçı dükkânı varmış, Kadayıfçı Memed aynı zamanda gaz ocağı falan da tamir edermiş.

Yorgancı Yusuf’un kayınpederi Kurt Derelinin lastik tamir ettiği dükkânı da o sıradaymış. Aynı yerde Ali Karakuş’un, İmam Memdali’nin, Kelebekli Hüseyin’in lokantaları, aslında meyhaneleri de varmış

O küçücük alanda, üç tane meyhane vardı, diyor.

İmam Memdali, sonralarda Yalı’daki Muzafferiyet Otelini çalıştırmış, altına pastane de açmış.

Orası 70’ lerde Öğretmenler Lokali olarak kullanılmıştı.

……………...………

O günlerin kasabasını, o kasabalının sosyal yaşantısı aklına gelince gözlerinin içi gülüyor. Hatırladıkça coşkuyla anlatıyor.

Aileler, kadınlı erkekli Beyçayırı’ndaki maçlara giderlermiş. 50’li yıllarda annesi elinden tutup maç izlemeye götürürmüş.

Sözü Göztepe’ye öncelerdeki adı Çilek Spor sonrasında Güneş Spor olarak değiştirilen futbol takımlarının bazı futbolcularına getiriyor.

Asım Pehlivanların Cevdet’i, Cıbırların Fikret’i, Kaleci Avşun’u, 1935 doğumlu Göztepeli Yılmaz Karakuş’la, 1932 doğumlu abisi Güneş Sporlu Niyazi Karakuş’un saha içi tartışmalarını, Pili Memduh’un iyi futbolcu olduğunu, kasabanın evladı olupta o zamanın önemli takımı Yol Sporda oynayan Erol Tofta’nın ancak yaz aylarında kasabaya gelebildiğini söylerken aklına önemli bir ayrıntı daha geliyor.

Benim bildiğim Hulusi, Yılmaz, Yıldır, Hıfzı dört erkek kardeşlerdi.

En büyükleri, kasabalının Koca Ustası, Hulusi Göktan. Onun kadar kasaba futboluna saha dışından gönülden maddi manevi, aşkla, karşılıksız hizmet eden, adeta kendini feda eden bir başka kişiyi bulamazsın yoktur. Öz be öz kasabanın evladıdır, kasaba sevdalısıdır.

Hepsine Allah gani gani rahmet eylesin, dedi.

Kaldığı yerden tekrar devam etti.

Kasabadaki ilk kapalı sinema parkın içindeki İmam Memdali’nin Halk sinemasıymış.

Kapalı Belediye sinemasının Kamil Erdem’in Belediye Başkanlığı zamanında yapılmış olabileceğini ama esas sinemalara ilginin, yaz ayları başladığında açık hava sinemalarının sezonu açtıklarında olduğunu, akşamları Belediye, Alemdar, Halk, Konak, Çınar, açık hava sinemalarının kasabalı aileler tarafından hınca hınç doldurulduğunu söyledi,

Alemdar sineması şimdiki Sanat Okulunun olduğu yerdeymiş, okulun yanındaki bahçeyi Ekşi Oğlu ekip biçermiş, aslında oraların tamamı Cerrah Oğulları’nınmış sonrasında oraları okul yapılsın diye bağışlamışlar,

Halk açık hava sineması İmam Memdali’nin, Bozhane’deki tarihi hamamın arkasındaki Çınar sinemasını Dişçi Boysan’ın açtığını, çarşıdaki büyük konağın bahçesindeki Konak açık hava sinemasının sahibinin Hüseyin Konak’ın olduğunu söylüyor.

Küçük yaşlarından itibaren gençliğinin delikanlılığının çarşı ile iç içe yaşayarak geçtiği oralarda yoğrulduğu çok açık ortadaydı.

Söze tekrardan Yeni Yapı diye bir yerden başladı. Eski Dikmen Pasajının arkasında kalırmış, oradaki bahçelerde arsalarda oyun oynarlarmış. Oranın ön tarafında Ekrem Sürer balık zamanı bitince, yazın kavun karpuz satarmış.

Eken otelinin tam karşısında Gümrük binası ile Belediye binası’nın ön tarafında Akdeniz, Ahmet Ali, Saffet Koca, Topal Seyit, Jandarma Kemal tam beş ortağın balık tezgâhları varmış.

Eski Hükümet binasının yanında deniz tarafında kalan binanın önce Askeri Mahfil sonra Merkez Komutanlığı olarak kullanıldığını. Yine orada Garipler Mezarlığına gitmeden bahçe içerisindeki Reji Binasının kırık dökük halde olduğunu pek kullanılmadığını söylüyor.

Reji Binası (Tekel) onarılıp Bolu Lezzet Lokantası olarak açılmış. Lokantanın sahipleri zamanında dışarıdan gelmişler. İlk lokantalarını Un Pazarında açmışlar. Sonra bunların ustası Necati Usta ile Baş Garsonları Afer, yalıdaki Terzi Ayhan’ların dükkânlarının olduğu yerde kasabanın ilk Şehir Kulübü’nü açıp, iyi de para kazanmışlar.

Sözü deniz tarafından biraz içerilere Meydanbaşı yokuşunun başına doğru taşıdı.

Şimdiki İş Bankasının karşısındaki iki üç akaryakıt istasyonunun arkalarındaki keresteciler, inşaatlara kalas kereste falan biçtikleri gibi bazen evlere kapı pencerede yaparlarmış. Gülüç’lü Hüseyin Yalçın’ın ortağı San Otelinin sahibi İsmail San’ın babası Hasan(Usta) San’mış.

O zamanlarda Pazaryeri, Uzun çarşı, Un Pazarı, Bakırcılar, Yemeniciler çarşıları ne kadar canlı, hareketli ise Belediye ve Hükümet binalarının olduğu İskele camisinin etrafı, Yalı caddesinin girişi de en az oralar kadar önemli bir yer.

Buralardaki ilk değişimlerin nasıl olduğunu anlatmaya başladı.

İskele Camisinin karşısındaki Memleket eczanesinin yanında Dondurmacı Hayrettin’in dükkânı, aralarındaki küçük baraka gibi bir dükkân’da Dayı Dursun’un babasının tekel dükkânı vardı. Dursun Abi (Dayı Dursun) sanat okulu mezunudur. O aralar Almanya da işçi olarak çalışıyordu.

Yan taraftaki küçük boş arsada Kambur Halit, fındık fıstık kavurur satardı.. Sonra oraya Terzi Ayhanlar bina yapıp dükkân açtılar..

Oradaki bina yıkılıp yeniden yapılınca Dondurmacı Hayrettin çarşı içine Kör Marem’in karşısındaki yerine gitmiş, yeni yapılan yerde Dayı Pastanesi açılmış.

Aklına bir şey geldi gülümsemeye başladı.

Terzi Orhan vardır ya onun orda, köylülerden sebze meyve zerzevat toplayıp Zonguldak’a gönderen iki ortaklı bir dükkân vardı. Ortakların biri kestaneci köylü Bokoğlu, öteki Kız Muazzez’di.

………………..

Kasabanın geçmişini hatırlayıp, hatıraları günümüze taşımaya çalışırken bir türlü marka haline getiremediğimiz pidemizden, pidecilerimizden söz etmezsek sohbetin bir tarafı eksik kalırdı.

Güzel pide fırınlarımız, eli lezzetli maharetli pide ustalarımız vardı.

Ama bir pide fırını varmış ki fırın hep aynı yerinde kalır durmadan işletmecisi değişirmiş

Uzun çarşıdaki Eken Bakkaliyesi yanında Topal İsmail’in Bakkalı, yanında Terzi Ziya’nın önce terzilik sonra hazır giyim ürünleri sattığı dükkân’ının bitişiğindeki pide fırınını önce İntepe, sonra Pideci Nazım, sonra da Gaz Faik, işletmiş.

Sonrasında Pideci Erol devralıyor, Fare Hüseyin’in oğlu Erol İstanbul’dan gelmiş. Havası yerinde, oldukça jantiymiş, hamuru bitirince saçlarını Ayhan Işık gibi tarayıp çarşıda bir aşağı bir yukarı dolanırmış.

Aynı yeri o pideci fırınını zannediyorum en son Pideci Remzi işletti, ama bence en güzel pideyi Kör Ali yapardı, eli lezzetliydi malzemeyi bol koyardı, onun Un Pazarında dere kenarındaki dükkân’ının yerinde şimdi Kutay Pastanesi var, dedi

Kuru Ali şimdiki Akbank’ın yerinde olan fırınını sonralarda Meydan başına taşımış.

…………….

Kasabanın kırklıları demiştik ya, kasabanın o kuşaktaki evlatları, İlk Okulu, Ortaokulu, Sanat Okulunu kasabada okuyorlar, sonrasında deniz bitiyor.

03-9

1963 yılı Sanat Okulu öğrencileri

Hikmet Kof, Bahriyeli Muammer, Yılmaz (Tabaneli) Günaydın, Hıfzı Göktan, Hüseyin Konak, Takoz Ahmet, Burhan Tetikel, İsmail,

Mustafa, Yaşar, Selahattin Enaz

Tahsiline devam etmek isteyenler, kasabada okuyacakları bir okul kalmadığından, kimisi büyük şehirlere, bazıları civar vilayetlerdeki liselere yatılı veya varsa tanıdık birilerinin yanına ya da bir yurda yerleşerek lise öğrenimlerine devam ediyorlardı.

İmkânları olanlar başta Kabataş, Haydarpaşa liselerini hedeflerken, öncesinde Kastamonu’daki Abdurrahman Paşa Lisesine, Bolu lisesine gidenler de olmuştu.

En yakın lise, vilayetin Çelikel Lisesiydi, Önemli disiplinli tarihi bir okuldu.

04-6

Çelikel Lisesi,

Ben, Halil Posbıyık, Recai Yazgan, Dişçi Enver, Fikret Acar,

Ahmet Pestilci, Yılmaz Taşkın, Kırtasiyeci Yakup Nazif Gözalan

O dönemde biz hep beraber Çelikel lisesine gittik. Ben, Yılmaz Taşkın, Halil Posbıyık, Recai Yazgan, Nazif Gözalan, Dişçi Enver, Fikret Acar (Alaplı’lı Doktor Deli Ahmet’in yeğeni) Ahmet Pestilci, İlker Tolga gibi şimdi aklıma gelmeyenlerle beraber yirmi beş, yirmi altı kişiydik.

Evde kalanlar, çalışkan olanlarımız sınıflarını geçti. Büyük bir kısmımız yurtta kalıyorduk, neredeyse yirmi tanemiz sınıfta kaldı.

Ben belge almaktan korktum kasabaya geri döndüm, sonra Sanat Okulunda açılan Özel bölümü birincilikle bitirdim, ardından yüksek tahsil için İstanbul’un yolunu tuttum, dedi

Birkaç yıl sonra yüksek öğrenim için gittikleri İstanbul’da tekrar buluşuyorlar. Çemberlitaş’taki özel bir yurtta kalıyorlar.

05-2

Kaldıkları özel yurtta, Turan Erimez, Avni Çelebi, Ahmet Pestilci, Dündar Karamustafa, Dişçi Enver, Eczacı Metin, Camcı Şükrü’nün Memed, Koca ustanın kardeşi Hıfzı, Muharrem Erkara, Erdoğan Uzun aklına ilk gelenler oluyor, İbrahim Tarı’nın da bir ara yurda geldiğini hatırlıyor.

…………………

Bak dinle, özellikle 1 Temmuz bayramında yok kürek yarışıymış, yok ördek kapmaymış gibi yarışmalarda Yeni mahalle ile Çarşı arasında her zaman tatlı bir rekabet olmuştur. Zaman zaman baya bir didişme çekişme olurdu, sonrasında ne mi yaparlardı?

Ne yapacaklar, akşam olunca hep beraber bir yerde otururlar rakı içerlerdi, dedi.

Kasabalı her yerde birbirini buluyor. Benim halamın oğlu vardı, Çeştepe’li Rıza Kaptanın oğlu Ahmet Alşaç.

Zamanında İstanbul’a yerleşmişti. Kumkapı’da Hamideye suyu taşdığındamn, adı Sucu Ahmet’e çıkmış, bileğine kuvvetliydi, hatta 6-7 Eylül olaylarında birçok tanıdığı Rum’u Ermeni’yi saklamış kollamış. Oralarda kendisini sevdirmiş saydırmış.

Şarap dükkânı açmıştı, dükkân dediysem çoğu açıkta salaş bir yer.

Bana İbrahim Aydeniz anlatmıştı, İstanbul’da talebelik yıllarında Kadırga öğrenci yurdunda kalıyorlarmış. Bir arkadaşıyla birlikte Ahmet Abi’nin oraya şarap içmeye gidiyorlar, ama halamın oğlu ile birbirlerini tanımıyorlar.

Ahmet Abi, konuşmalarından bunların Ereğlili olduklarını anlıyor.

Neyse kalkacaklar, hesabı istiyorlar,

Ahmet Abi, hesap falan yok diyor, buralar size göre yerler değil, bir daha sizi buralarda görürsem ayağınızı kırarım diyor.

……………….

Uzun süren sohbetin sonunda, ikimizin de aynı şeyi düşündüğünden hiçbir şüphem yoktı.

O zamanların kasabasının ne anıları ne de sohbeti biter,

Özlemi ise hiç bitmez.

Nuri Öztürk / İzmir