KASABANIN YAŞAYAN HAFIZA DURAKLARI (2)

Bakma sen çarşı da çarşı diye tutturduklarına

O zamanlarda kasabanın tek bir çarşısı yoktu ki iki çarşısı vardı.

Tamam, biri büyüktü her şey vardı ama diğerinde de vardı birader, her işini görürdün, ihtiyaçlarını giderirdin, günlerce çarşıya gitmeye ihtiyaç duymazdın ki dedi.

Yakın arkadaşlarının, çok çok eski dostlarının Eo olarak çağırdığı Erturan Akdeniz 1938 yılında kasabanın Zungur mahallesinde doğdu.

Zorunluluk dışında kasabadan hiç çıkmamış, yaşamının tamamını kasaba’ da geçirmiş katkısız, karşılıksız, yürekten iflah olmaz tam bir kasaba sevdalısıdır.

Onun bulunduğu bir ortamda söz kasabadan onun eski zamanlarından açıldığında, o günlerden bir iki kelime edildiğinde, muhakkak kendisinin de söyleyeceği o sohbete not düşülecek ağırlıkta bir iki lafı vardır.

Ben Zungur ’da doğdum,

Bizim kuşak, evlerinden çok mahallelerin bağının bahçesinin, biraz daha büyüyüp mahallelerin dışına çıktığımızda başta Bozhane olmak üzere kasabanın sokaklarının havasını soluyarak, sokaklarındaki çeşmelerin suyunu içerek büyümüştür, dedi.

Bacak kadarken, anasının ekmek almak için bile, Fırıncı İlyas’ın Bozhane ’deki fırınına gönderdiğini, hatta simit almak için de yine Bozhane ‘deki Fırıncı Ömür’ün fırınına gittiklerini sanki dünmüş gibi aynı heyecanla anlatıyor.

Benim bu dediklerim balığın (Palamut) çiftinin 25 kuruş, tek tip ekmeğin 30 kuruş! olduğu zamanlar dedi. (tek tip ekmek tabirini ilk kez duydum)

Yalnızca ekmek almak için mi Bozhane ’ye giderdik? Yoo.

Akşamdan banyomuz yapılırdı, tırnaklarımız kesilirdi, Anam abim’le beni ter temiz giydirirdi, Bozhane camisinin karşısındaki Rahmetli Ertan Özdayı’nın babası berber Ali Abi’nin dükkânına tıraş olmaya gönderirdi, diyor.

Berber Ali koltuğun kolçaklara bir tahta koyup saçlarını öyle kesermiş. Sonra tembihlermiş, hiçbir yere sapmadan doğru eve gidiyorsunuz deyip, gözden kayboluncaya kadar da arkalarından bakarmış.

Bozhane deyince eski Ereğli deyince kasabanın eski halleri ile ilgili bir şeyler konuşulduğunda içi içine sığmıyor, hüzünleniyor, neşelenip gülüyor, çokça da karma karışık duygular içerisine giriyordu.

Kayabaşından sonra Yalı caddesindeki Orta Okul’da sonrasında Bozhane deki Sanat Mektebi’nde okuduğundan olmalı kendini oraların çocuğu gibi görüyor.

Mevzu oralardan açılınca, ona bir şey sormaya gerek kalmıyor.

Çarşıya giderken Caminin ( Bozhane) oradan Yalı ’ya doğru çıkıp denizden uzaklaşıldığını, aşağıya bakıldığında deniz kıyısında ufak tefek kayalıkların olduğunu, öbür tarafın, Sanat Mektebi tarafının denize düzayak halinin o günlerdeki krokisini çizercesine tarif ediyor.

Caminin karşısında büyük bir bina vardı, bak şimdi kimin olduğunu çıkartamadım, altında dükkânlar vardı.

Tüfekçi İsmail’in dükkânı oradaydı tüfek yapardı, tamir ederdi, bakma sen iyi ustaydı, Fırıncı İlyas’ın fırını, Tornacı Sema, Sevda usta kardeşlerin atölyesi, Sevda Usta, Dr. Rıza’nın babasıydı. Hoş Alaylı Niyazi’nin kurabiye tatlı falan sattığı fırını da oradaydı hepsi bir aradaydılar.

Neydi o günler be, o Bozhane unutulmaz yahu dedi.

Nefes almadan anlatmaya devam edecekti ama arkada kalan 90 yıla merdiven dayamış beden, biraz soluklanmak istiyordu.

Fazla bekleyemedi devam etti.

Bak Fırıncı İlyas’ın Fırınının yan tarafında Kahveci Ali Abinin kahvesi vardı yanında bir kahve daha vardı. Ali abi oğluyla beraber çalışırdı, diş bile çekerdi.

Halil Ağanın Memet, rakı cigara ispirto tütün falan satardı. Giritlioğlu’nun meyhanesi vardı balıklar, mezeler, yemekler gırla giderdi. Fırıncı Ömür’ün az ilerisinde bir tamirci vardı, o kimindi bak yahu, şimdi onu da çıkartamadım,

Hamamın yanında tuvalet vardı. Az ilerideki bizim Sanat mektebin arkasındaki deniz kıyısı biraz taşlıktı çakıllıktı. Okulun yan tarafında Kömür deposu da vardı Manganez deposu da vardı. Manganez Çaylıoğlu taraflarından çıkartılıyordu diye biliyorum.

Sahildeki Kum iskelesinin olduğu yer her zaman yığma tomruklarla dolu olurdu. Hızarın başında dört adam durmadan tahta biçerdi, kalas biçerlerdi.

İleri gemisi vardı İleri, sıra sıra Mavnaları peşine takar sabah Kandilliye gider akşam gelirdi diyerek hepsini bir solukta sıraladı.

Tırhan ve Kadeş isminde İstanbul’dan gelip Zonguldak’a giden gemiler kasabaya da uğrarlarmış, hem yük hem de yolcu taşırlarmış. Kıyıya yanaşamadıklarından malı da yolcuyu da sandallarla indirir bindirirlermiş. Alaplı’ nın Çalmaz motoru Zonguldak’a giderken önce Ereğli’ye uğrar sonra gidermiş. Yine aynı işi yapan Arnavut Osman’ın Balkaya Motoru varmış makinisti de Kambur Osman’mış.

Laz Ahmet’in, Fotoğrafçı Nazmi’nin otobüsleriyle Kandilli ye gider gelirlermiş. Foto Nazmi otobüsüne kendi soyadını Akıncı ismini vermiş.

Bak buralar için Bozhane Camisi ne kadar önemli ise, Azmi Abi’nin Kahvesi ’de o kadar önemlidir ha, dedi.

Bozhane taraflarının o günlerdeki haraketliliği canlılığını anlatmaya doyamıyordu, anlattıkça aklına yeni şeyler geliyordu, adeta o günleri tekrardan yaşıyordu.

…………………….

Birden yönünü çarşı tarafına çevirdi.

Yalıdaki postanenin önünde bir deniz vardı, cam gibiydi pırıl pırıldı, mübarek sanki akvaryum.

At kapısındaki merdivenlerden indikten sonra denizin kıyısına genişçe bir beton dökmüşlerdi. Biz denize oradan girerdik. Her seferinde de konservenin denize attığı tenekeler ayağımızı keserdi.

Ahali, akşam beşten sonra inerdi oraya, geç vakitlere kadar denize girerlerdi.

Misina yoktu ki ince ipin ucuna oltayı bağlardık öyle balık tutardık. Böyle kolum gibi ne çalkazanlar (Kayacık balığının iri olanı) tuttum anlatamam. Konservenin az ilerisinde kocaman Çaştak (Dalyan) vardı. Çaştaktan çıkan kefallerin irilerini ayırırlardı, ufaklarını denize geri salarlardı.

Bozhane ’den çıkmış yalı caddesinden çarşıya doğru yürüyordu!

Bak şimdi Sahil Taksi var ya, işte onun az üstünde Kör Marem’in pastanesi vardı.

O zaman balıkhane de Eken otelinin yanında, Babam, Ekrem Abı, Şadan’ın Babası Ahmet Abi orada balık satarlardı. Ara sıra bende yanlarında çalışırdım.

Oraların ön taraflarının oldukça geniş bir meydan olduğunu, karşıda yani deniz tarafında sıra binaların altındaki sıra kahvelerini, İş Bankasını, arkalarındaki İskeleyi hala yerlerinde duruyorlarmış da az sonra oradan sandala binip mendireğe gidecekmiş heyecanı içerisinde o günleri adeta tekrardan yaşıyormuşçasına anlatmaya doyamıyordu.

……………..

Kasabanın büyük olmayan çarşısının içerisinde her birinin farklı hikâyeleri olan önemli merkezleri vardı.

Pazaryeri, Millet Bahçesi, Un Pazarı, Yemeniciler Çarşısı, Hamam Üstü, Kaneri Ağzı, boydan boya Uzun Çarşı gibi,

Köylü haftanın iki gününde çarşıya inerdi. Pazartesi ve Cuma günlerinde kurulan hafta pazarı günlerinde, çarşı çok kalabalık olurdu. Köylü kadınları pazarda zerzevat satarken, erkekler çarşının kahvelerinde vakit geçirirler, yarenlik ederler lokantalarda karınlarını doyururlardı.

Şimdi görüyoruz adına lezzet durakları diyorlar, televizyonlarda saatlerce de anlatıyorlar.

O zamanın kasabasında böyle yerler fazlasıyla varmış, hafta pazarı günlerinde Aşçı İbrahim’in, Kelebekli Hüseyin’in, Köfteci Şişko Temel’in babası Hasan Usta’nın, Cıvuklar’ın Ahmet’in, Aşçı Bedri’nin, Aşçı Ayaz’ın lokantalarının kapısında sıra beklenirmiş.

Artık çarşıyı anlatmak istiyordu.

Bak şimdiki Akbank’ın olduğu yerde Terzi Mustafa vardı, zaten üstü de Askerlik şubesiydi. Belediye Reisi Posbıyık’ın babasının da oralarda, herhalde Berber Vicdanın yan tarafında bir yerde zerzevat sattığı dükkânı vardı.

Terzi Nuri, İbrahim Dikeç, Terzi Sezgin, Şeref, Selim Çakır, Kestaneci köylü Ziya, Halit Aktop, Terzi Sinan bunlar ustaydı zanaatkârdı yahu, Terzi Sinan Sait Öztürk’ün kızıyla evlenmişti.

Aklına yeni bir şey geldiği belliydi. Gülümsedi.

Şimdi Çarşıda pazar köprüsünün başında kuruyemişçi dükkânı var ya, orada Demirci İsmail’in babasının kamyonlara, otobüslere porya makas falan yaptığı dükkânı varmış, orada çıraklık yapmış.

Gözünün önünde o zamanların çarşısı vardı.

Çarşıda kimlerin dükkânları yoktu ki, İrfan Tufanın abisi Adnan abi vardı, gene av malzemeleri satardı, Sobacı Kadir, Laz Memet, Kalaycı Niyazi, Bakırcı Mesut’un babası Mustafa abinin dükkânları hep yan yanaydı.

Gazeteci Bayram vardı ya, orası Gazeteci Burhan Abinin dükkânıydı, Dr. Karayeğen’in kayınpederidir o dedi.

O günlerdeki Yemeniciler çarşısının, Bakırcılar çarşısının içinde etrafında tur atıyordu.

Kahveci Kör Ahmet vardı Ahmet Diker, kahvesi hep tıklım tıklım olurdu. Papazın meyhanesi de ordaydı. Yanındaki Celil ustanın kunduracı dükkânının yanında deri tabaklarlardı, Seydaliler’in dükkânı da vardı. Balıkçıların binasının bir tarafı otel bir tarafı kahveydi, tahta merdivenle çıkılırdı. Hamam üstü camisinin önünde selviler vardı mezarlar vardı. Arka tarafta kalan Hamam Üstü çeşmesinin yakınında Meyhaneci Ali’nin meyhanesi vardı.

Bozhane hafızasında ne kadar çok iz bıraktıysa kasabanın o zamanlardaki çarşısı da öyleydi. Pazaryeri, Millet Bahçesi, Kasaphane aklına geldikçe hem gülümsüyor hem de heyecanlanıyordu.

Yancı Ahmet’le bizim mahallenin adamı İlyas Kun’un babasının kasap dükkânlarının ilerisindeki Mezbahayı.

Pazaryerinin her tarafında dut ağaçlarının olduğunu her sene ağaçtan düşenlerin ya kulunu ya bacağını kırdığını ölenlerin bile olduğunu, Millet bahçesinde yazın camilerin kalabalıktan mı yoksa sıcaktan mı açık alanda Teravih namazını kıldıklarını gördüğünü,

Millet bahçesindeki Büyük çınarın dibindeki Aşçı Marem’in lokantasında gündüzleri yemek yenildiğini, akşamları içki içildiğini nefes almadan bir solukta anlattı.

……………….

60’lı yıllar, Katırcı Ziya’dan Berber Vicdan’a Maça Abdürrahim-

Mehmet Babaöz’ ün babalarına kadar kimler yok ki. Berber Vicdan’ın evlendiği günmüş.

Erturan Akdeniz

Tamamen kulak dolgunluğu ile öğrendiği şarkıları türküleri ta ilkokul zamanlarındaki müsamerelerde Selim Hocası’nın, Ragıp Öğretmeni’nin teşvikleri ile söylemeye başlayıp geliştirmiş kasabanın en önemli ses sanatçılarından birisi olmuştur.

Kasabanın 60 lı yıllardaki sanat etkinlikleri, korolar, Kostümlere dikkat çekmek gerekiyor

Kasabanın, o zamanlardaki sosyal yaşantısının, kültürel zenginliğinin çeşitliliğinin içinde bulunmuş, doyasıya yaşamış, şahitlik etmiş bir kişi olarak o günleri içtenlikle keyifle adeta tekrar yaşıyordu.

Bak, o zamanlarda bizim koromuz var, halkevinin yanındaki binada, (Eski yıkılan Belediye binasının yanında ahşap bir binanın olduğunu söylüyor) Kavaklıktaki Rahmi’nin kahvesinde şarkılar türküler söylüyoruz, hafta sonları fasıl yapıyoruz aileler geliyor tıklım tıklım.

Semerci Yahu. Sarmacı Metin, Kepezli Şerif’in oğlu Terzi Dinçer, Terzi Orhan’ın saz,

Pençes’li Niyazi’nin babası Kör Ahmet’in Cümbüş,

İbrahim Azak, Kahveci Rahmi, Neyrenli Ziya’nın ud,

Neyrenli Ziya’nın Mustafa’nın Darbuka, Avukatın Hasan’ın Keman çaldığını gözleri parlayarak hayranlıkla yadetti.

Garanti Bankasına çalışmak için Nuri Kütrü diye birisi gelmiş. Yine bankada çalışan Yalçın da bunlarla birlikteymiş Nuri Kütrü’yü aralarına o getirmiş Trakyalıymış klarnet ustasıymış, namussuz! Gırnatayı öttürüyormuş.

Belediye Sinemasında Askeriye sinemasında çok konserler vermişler.

Aniden aklına geldi, Subay hanımları Askeri sinemada bir tiyatro oyununu sahneye koymuşlar, bunlara rica etmişler bunlarda oyun sonrası seyircilere konser vermişler.

Unutmadan söyleyem, Kandili’nin de korosu var. Memurlar, erkek- kadın öğretmenler şahane konserler veriyorlar. Dişçi Nadi, Kare Adnan hep beraberler bizi de aralarına aldılar. Fuat Hoca (Bakkal Arif’in, Gazeteci Bayram’ın Abisi) herkes onu iyi kaleci, öğretmen diye bilir şahane saz çalardı diye de ekledi

Bak dinle, burayı iyi dinle dedi.

Ben babamların Eken Otelinin oradaki balıkhanede hem iş yapıyorum, iş dediysem kasaları ortalığı falan topluyorum hem de şarkı söylüyorum.

O uzaktan bir yerden beni dinliyormuş yanıma geldi, “bu akşam gel benim orda şarkı söyle “dedi.

Ben bilmeyom ki…..içimden la sen kimsin be, ben nerde söyleyecek mişim diyorum….

Tamara Mamet’miş, Tamara Pavyonun sahibi, fabrika yapılırken, bir ara pavyonlar açılmıştı, bu Tamara Pavyon en meşhurları.

Ben akşam giyindim gittim. İçerisi kalabalık her renk ışık var, yanıyor sönüyor. Dumandan ışıklardan göz gözü görmüyor.

Herkesi susturdu beni sahneye çıkarttı. Şarkıyı söyledim alkış kıyamet bir şarkı daha diyorlar, kafalar o biçim olmuş, masanın yanından birisi “hişt lan hişt, ne işin var lan burda, sen ne yapayon burda, hadi git, hadi git buradan” diyo.

Şoför Güdük Hayri abi, yanında Alamancı İsmail pavyona gelmişler kimseye görünmek istemiyorlar. Ta başkaları da varmıştır ama ben görmedim,

Tamara Memet, yarın gene gel dedi, para vermek istedi vallahi almadım, bir daha da gitmedim.

Bizi Ankara radyosuna da çağırdılar, gittik söyledik. Orada ben prova için Nihavent bir şarkı söyledim beğendiler, tamam dediler şimdi bant kaydı yapalım dediler, sonraki şarkıları kayda aldılar, o kayıt sonra ne oldu bilmiyorum,

Bak şimdi ona düet diyorlar ya, ben Can Etili ile beraber türkü söyledim, beni tebrik etti alkışlattı onu hiç unutamam dedi,

Sarmacı Metin’i de Ertan Özdayı’yı da özlemle anıyor.

……………..

Özel ortamlarda kendisinden defalarca dinleyip her seferinde katılırcasına güldüğümüz “bakman deyom abammış” diye bilinen kasabanın efsanesini bir kez daha başkahramanına hatırlatayım dedim.

Gülümsedi.

Bileyon da hınzırlığına sorayon demi, Onu da bilenler bilmeyenlere anlatsın dedi.

Durdu dinlendi belki de içinden geldi, doksan yılın yorgunluğu ile ağır ağır Ahmet Gazi Ayhan’ın Muhayyerkürdî makamından bir şarkısını söylemeye başladı.

Sevdaya koşanlar çabuk yorulur

Bilmem günahları kimden sorulur

Gittiğin yolu gördün mü ey yolcu

Su testisi su yolunda kırılır

Sevdalısı olduğu, her halinden geri gelmeyeceği belli olan kasabasını çok özlediği anlaşılıyordu.

Bu şarkıyı söylemek zordur ha derken, adeta artık bu kasabada yaşamakta zor der gibiydi.

Nuri Öztürk / Kdz. Ereğli