Delege: elçi, temsilci sıfatıyla toplantılara katılan kişi veya kişilere verilen isim.

TDK böyle söylüyor,

Ama, bizde delege denildiğinde genelde sol partilerin üyelerince, belli bir dönem için mahallelerden köylerden seçilen temsilciler akla gelir.

Zamanında özellikle de tek parti döneminden sonra, (zaman zaman kesintiye uğrasa da) CHP de adayların seçimi delegelerin önseçimlerde kullandığı oylarla belirlenirdi.

Delegeler partinin yereldeki önemli kişileriydi.

Delegelik, bazı kasabalı için oldukça önemli bir kimlikti, parti içinde kıymetli bir faaliyetti. Delege olabilmek için uğraşanlar olduğu gibi doğuştan delege olanlarda vardı!

Kasabada onlar hiç değişmezlerdi.

80 darbesi öncesinde partilerin, parti gibi parti olduğu zamanlarda, önseçimlerde kıyasıya bir yarış olurdu. Katılımcı demokrasinin, çoğunlukçu temsilinin ilk adımı olarak kabul edilirdi.

Parti içerisinde bir yerlere talip olanlar seçilebilmek için parti tabanına, delegelere kendilerini kabul ettirmek zorunda kalırlardı.

Bu işlerin bir ciddiyeti vardı. Çok önemliydi.

80 sonrası kurulan veya kurdurulan partilerde delegelik şekil olarak veya vitrin süsü olarak kabul edilmiş olmalı ki, ne anlamı kaldı nede heveslisi.

Partiye Başkanı olmak isteyen adayların, parti tabanına dönük ilk demeçleri adaylarımız önseçimlerle tespit edilecek, delegelerimize güveniyoruz adaylarımızı onlar seçecekler” şeklinde olur.

Partiler nedense çok sıklıkla üye sayılarını da artırmayı amaçladıklarını söylerler.

Ben de neden diye sorarım.

Acaba üye sayımız artınca oy sayımız da artar diye mi düşünüyorlar.

Ya daha yeni yaşanmadı mı? Bırak üyeyi delegeyi, çiçeği burnunda yeni seçilmiş bir milletvekili CB seçiminde ben adayımıza oy vermedim, karşı adaya verdim demedi mi?

Yani demem o ki, artık parti üyesiymiş delegesiymiş veya milletvekiliymiş hiçbirinin ne karnı belli ne de sırtı.

Yine yeniden bir seçim arifesindeyiz.

Kasaba da özellikle iki partinin ilçe merkezlerinde aday adayları alt alta üst üste birbirine üstünlük sağlama yarışına girmişler.

Merkezi yönetimde bulunan partinin tavrını zaten biliyoruz. Orada tartışma çekişme kavga olmaz.

Onlara göre delegeymiş, ön seçimmiş gibi işler fuzuli işlerdir teferruattır. Bunlarla uğraşılmaz. Tensiplerle, takdirlerle iş biter, herkes de başım üstüne emredersiniz der bakar dalgasına.

Lakin diğer parti öylemi?

Olmaz dediler, tavşan aday dediler onu dediler bunu dediler olmaz denilen oldu. 13 yıl sonra yeni Başkan seçildi.

Seçilir seçilmez kendisini yerel seçim ortamı karşıladı.

Hoş geldin Başkan dedi.

Partisinin yetkilileri ezelden beri katılımcı, çoğunlukçu, demokratik yöntemlerden girerler, üyeden, delegeden, ön seçimden, tabanın sesine kulak vermekten çıkarlar.

Parti içi demokratik vaatlerden gına gelir.

Bakalım bu başkan ne yapacak aday belirlemede tabanın sesine ne kadar kulak verecek diye düşünmemize fırsat kalmadan.

Kasabanın taze İlçe başkanı buyurdu.

Kasabanın Belediye Başkan adayını biz seçeceğiz dedi. Ya bi dur siz kimlerdensiniz bi tanışalım demeye fırsat bırakmadı önseçim de yok, temayül yoklaması da yok dedi kesti attı.

Bu özgüven nereden nasıl oluştu derken hatırladık.

Vilayetin vekili, ben kasabanın işlerine karışamam artık oranın da bir vekili var demişti ya.

İşte taze ilçe başkanı da kendinden emin vaziyette, halef selef güveninden olsa gerek, bu pası aldı göğsünde yumuşattı, kimsenin yapamadığını ben yapacağım, kahramanlığına heveslenerek, mevcut Şehremini’ne de adeta düştün mü şimdi elimize! der gibi topa voleyi patlattı.

Şimdi ne mi olacak.

Ya küçük balık büyük balığı yutacak, buraya kadardır diyecek, ya da bu benim son Başkanlığım olacak diyen, herşeye rağmen hepsini bir kez daha ezip geçerek yoluna devam edecek.

Mevcut Başkan tek başına yola çıktı.

İçteki ve dıştaki rakiplerinin sayısını ben bilmiyorum, o biliyor mu tam emin değilim.

Nuri Öztürk /İzmir