KASABANIN YAŞAYAN HAFIZA DURAKLARI (1)

Kasabanın geçmiş tarihini, çok çok eski zamanlarını araştıran tarihçiler, bu işi meslek edinmiş kişiler, o zamanlardan buyana büyük uğraşlarla elde ettikleri belgeleri bilgileri toplayıp,

Acheron diyorlar, Hades, Herakles diyorlar.

Persler, Bizanslılar, Cenevizliler diyorlar.

Bilinenleri çoğaltıp bilinmeyenleri azaltmaya çalışıyorlar.

Onlar bu işlerle uğraşırken,

Biz ise kuşağımızın payına düşen diliminde, 20.yüzyılı büyük bir hızla geçtik. Hızımızı hiç kesmeden 21. yüzyılı da aynı hız azim ve kararlılıkla tüketmeye başladık! Hatta ilk çeyreğini de geride bıraktık.

Kasabanın yakın tarihinin canlı şahitleri, günümüzün de yaşayan hafıza duraklarından, gerçek kasaba sevdalılarından şimdilik elde kalanların en eskileri.

20. yüzyılının başlarında bilemedin ikinci çeyreğinin ilk dilimlerinde bu kasabada dünyaya geldiler.

Kasabalı,

Zaman zaman bir elin parmaklarının sayısı kadar bile kalmayan 1920’lerde doğup yaşamına devam eden kasaba sevdalılarının adını hatırlamakta, sayısını saymakta zorlanıyor,

30’lu yıllarda doğanlara gelindiğinde.

Şu da var, bu da var, burada değilmiş oğlunun / kızının yanında yaşıyormuş veya falancadan öğrendim artık evden dışarıya pek çıkmıyormuş / çıkamıyormuş deyip,

Sıra 40’lılara geldiğinde… Ee birader onlar daha genç diyerek kendini teselli etmeye çalışıyor olsa da.

Son birkaç yıl içinde kasabanın 40’lılarından bile o kadar çok kaybettiklerimiz, o kadar çok göçüp gidenlerimiz oldu ki kasabalı Bozhane Camisinden çıkamaz oldu.

…………….

1928 yılında babamın kız kardeşinin, Halamın Cizalı mahallesindeki evinde doğmuşum. Aslını sorarsan aile büyüklerimiz Balkan taraflarından geldiklerinde ilk Pençes’e yerleşmişler. O tarihlerde oraya yerleşen üç beş aileden birisi de bizimkilermiş dedi

Cizalı mahallesi de aynı Yenimahalle, Zungur veya Kula gibi aslında kasabanın beşerî yerleşim haritasında mahalle olarak yer almayan, ahalinin diline mahalle olarak yerleşmiş, aklında da öylece kalmış semtler.

Cizalı Mahallesi geçmişte, kasabalı tarafından önemli bir yer olarak bilinirdi öyle kabul edilirdi.

Tam olarak Fatiha bayırının ortalarındaki Okkalı’ların veya Gütte Paşa’nın evlerinin karşısından veya o bayırda bulunan (Fatiha Bayırı) (Hamam üstü çeşmesi, Kurtlu Çeşme, Dış çeşme) üç çeşmenin Kurtlu Çeşme olarak bilineninin yanındaki dik yokuştan az daha yukarıya çıkıldığında, oldukça geniş nispeten de düz bir alanın mahallenin merkezi olarak kabul edildiği yerdir.

Zamanında ülkenin önemli yazarlarından İlhami Soysal’ın baba evi de Süleymanlar Mektebi de buradaymış. Süleymanlar Mektebi filmlerde görüpte aklımızda kalan, kapısından girilince üst katlara sağlı sollu çift merdivenlerle çıkılan ahşap eski bir konakmış.

………………

Bizler yokluk kıtlık, savaş zamanlarının çocuklarıyız diye devam etti.

Birinci savaş bitmiş, ikinci savaşın da kapıya dayandığı zamanlardan söz ediyordu.

Memlekette, iş yok güç yok,

Para yok pul yok

Yol yok iz yok.

30’ların son yılları, eğer bileğinde altın bileziğin yani bir mesleğin yoksa az sayıdaki devlet dairelerinin birinde de iş bulamazsan, çalışacağın, evine ekmek kapısı yapabileceğin tek yer ocaklar.

Kömür, ocaklardan bir şekilde çıkartılıyor.

Dışarıya gönderilecek kömür, mavnalar aracılığı ile motorlara, ya Kandilli ’den ya da sıraya dizilen mavnalarla Ereğli’ye getiriliyor limanda bekleyen gemilere yüklenerek sevk ediliyor.

Bu mavnalara yükleme işi çoğu zaman sırta vurulan çitlerle yapılıyor.

Sanki o zamanları yaşıyordu, anlatmaya devam etti.

Biz beş erkek kardeşiz. Babam, bazen Bozhane ’de bazen Kandilli ’de bu kömür yükleme işlerinde çalışırdı.

Babası çalışkan işine bağlı disiplinli bir adammış. E öyle olunca da patronun gözüne girmiş.

Patron dediği, mavnalara kömür yükleme işini yaptıran o zamanın işvereni, ya mavna sahibi ya da oranın yetkilisi.

Babası, kısa bir zaman sonra 26 numaralı mavnanın sorumlusu olmuş. Mavna sorumluluğu az bir iş değilmiş, sorumluluk isteyen bayağı önemli bir işmiş.

Patronun yani mavnaların işletmecisi veya sahibinin şimdilerde Kız Kapısının alt taraflarına düşen bir yerde büyükçe bir evi varmış.

Patron iki erkek evlat sahibi işine bağlı, disiplinli Derviş Bey, isminde birisiymiş.

Derviş Bey bir gün babasına, Musa diyor.

Benim yukarı mahallede bir evim var, sen çalışkan bir adamsın bu evi sana vereyim, çoluk çocuk rahat edersiniz, paran oldukça da azar azar ödersin, diyor.

Kirmanlı Mahallesinde, Mıslıcılar’ın camisinin ilerisinde Direkçilerin evinin üst tarafında, kaya dibindeki evi babasına veriyor.

Ev harabe gibi, babası hem evin parasını ödüyor hem de evi tamir ediyor.

O zaman herkesin eli, biraz da mecburiyetten iyi iş tutuyor zanaat önemli, kasabanın kıymetli zanaatkârları var.

Zamanı gelince Kayabaşı İlkokuluna veriyorlar, o zaman Kayabaşı ilkokulu 3. sınıfa kadar eğitim veriyor, üst sınıfları yok. Öğrenciler 4. ve 5. sınıfı okumak için Bozhane mektebine gitmek zorunda. Ağabeyi de ortaokulda okuyor, yokluk zamanları ya aileye de yardım etmesi gerekiyor.

Okul yaz tatiline girince çoğu ailenin yaptığı gibi onu da sokaklarda dolaşmasın, hem de bir meslek öğrensin diye Kulaksızın Halit’in yanına çırak veriyorlar.

Yemeniciler çarşısında Bozma Oğlu ’nun fırınının karşısında Haydar Bey diye birisinin büyükçe bir binası varmış, Kulaksızın Halit’in kunduracı dükkânı da oradaymış, işleri iyiymiş yoğun çalışıyorlarmış, yanında 3-4 kişiyi daha çalıştırıyormuş.

Kulaksız Halit, Ocaklara potin yapıyormuş.

Ocaklardaki suların, zaman zaman işçilerin ayak bileklerine kadar çıktığından, işçilerin ayakları suların içinde kalıyormuş. Kulaksız Halit o yüzden madende çalışan işçilere su geçirmez potin yapıyormuş.

Potin yapma işini kaba bir iş olarak tanımlıyor. Çivi olmadığından Potinleri mecburen kabara ile yapıyorlarmış.

…………………..

Gözleri uzaklara daldı gitti, belli ki o günler gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu.

İlkokulu bitirince de çalışmaya devam etmiş, askere gidinceye kadar bu kaba kunduracılık dediği işi iyice öğrenmiş.

O zamanlarda kasabada Çil Memet de Canımın Mustafa da hem kundura yapıyorlar hem de dışarıdan hazır kundura getirip satıyorlar.

Kunduracılığın ince işini de öğrenmek istediğinden, bir müddet Canımın Mustafa’nın, birazda İsa Çöğendez ’in yanında çalışıyor.

İsa Çöğendez önce Yemeniciler çarşısında sonrada Oğlunun eczanesini açtığı dükkânda kundura malzemeleri, kösele falan da satıyormuş.

İsa Çöğendez ’in 1950’lerdeki dükkânı.

……………….

Kasabada işlerin zanaatkârlarla yürütüldüğü zamanlar. Birçok yerde olduğu gibi kasabalı da terzileriyle, berberleriyle, kunduracıları ile giyim kuşam ihtiyaçları gideriyor.

Marangozları, Fırınları, Şekercileri, Zahirecileri de var.

Havası suyu temiz, denizde balık bol, herkes öyle veya böyle kapısının önünde arkasında, bağında bahçesinde köyünde kendine yetecek kadar bir şeyler ekip biçiyor.

Uzun lafın kısası kasabalı yokluk içerisinde de olsa da mutlu huzurlu keyifli.

Kasabanın mahallelerinin nüfusu nerden toplarsan topla henüz 5-6 binlerde. Herkesin birbirini tanıdığı evlerin kapılarının kilitlenmediği, acının da sevincin de hemen duyulduğu, birlikte üzünülüp sevinildiği zamanlar.

………………

Askerden gelince, biraz biriktirdiği parasının gücüne kuvvet, ailesinin efradının desteği, dostlarının da teşviki ile bir dükkâna sahip olma hayalini gerçekleştirmenin peşine düşüyor.

Bir yandan da her ihtimale karşı gemici kâğıdı bile çıkartıyor. Ekmeğini çıkartmak için gemilerde çalışmayı, gurbete çıkmayı bile düşünüyor.

Lakin kasabadan askerlik dışında hiç çıkmamış ki. Ya cesaret edemiyor ya da kasabadan ayrı kalmak zor geliyor.

Kendine güveniyor, mesleğinin inceliklerini kasabanın ustalarından öğrendiğine inanıyor. Kendine yetecek büyüklükte, çarşının da merkezinde bir dükkânı gözüne kestiriyor. Ama dükkânın yedi ortağı var. Yılmıyor sabrediyor zaman içerisinde tüm hisseleri tek tek topluyor, dükkânın sahibi oluyor.

Dükkân, İskele camisinin yanından, bulvara ya da parka, olmadı hükümete giden yolun üzerinde, kasabalının bildiği tarifle, Gazeteci Eşrefin dükkânının bitişiğinde, içten merdivenli iki katlı pekte büyük olmayan tek göz bir dükkân.

Altmışların yarısından sonra, pek çok kasabalının yaşamı, yine pek çok kasabalının tahmin edemeyeceği kadar temellerinden sarsılıp değişecekti, kasabalının bu olan biteni bırakın tahmin edebilmesi, rüyasında görse bile hayra yorması mümkün değildi.

Kasaba ’da ülkenin en büyük ağır sanayi tesislerinden birinin temelleri atılacaktı, her şey ışık hızıyla gelişecekti.

Kasabaya Amerikalılar gelecekti hafta sonları güzelim kasabanın nimetlerinden yararlanmak için Niyazi Ustanın kıçtan takma Oliver marka motorlu sandalı ile kasabanın denizinin, kıyılarının keyfini çıkartacaklardı.

……………

Çok eskilerden beri sandala, denize meraklıydım dedi.

Öyle veya böyle hep bir sandalım olmuştur, yalnız benim değil ki biz deniz kıyısının, Karadeniz kıyısının çocuklarıyız hep denizle iç içe olduk, hemen hemen tüm arkadaşlarımın da sandalları olmuştur.

Kasaba nüfusunun 7-8 binlerde olduğu zamanlarda, hafta sonlarında ne yapardı, ailecek nerelerde vakit geçirirdi nasıl eğlenirlerdi. Her yerde olmayan bazı yerlerde bile tek bir radyonun olduğu, tam olarak günlük gazetelere bile ulaşılamadığı o günlerde neler yaparlardı, diye merak edenleri kıskandıracak hatırlatmalar yapıyordu.

Bizim çok güzel büyük pırıl pırıl parkımız vardı. Arkadaşlarla orada otururduk, vakit geçirirdik sohbet ederdik. Yukarı Beccan da çok çekişmeli maçlar olurdu.

Fotoğrafın arkasında 19 Mayıs Bayramında Gençlik ve Güneş’liler notu var

Ziyaettin Abiyi seyrederdik dedi

Geçmişte kasabanın yerel gazetelerinde onunla ilgili yazılar çıkmıştı. İlerlemiş yaşına ithafen, ya şoförlüğünden ya futbolculuğundan, ya da kasabadaki anılarından hatıralarından söz edilmişti. Hepsi önemliydi, doğruydu, ama Niyazi Usta onunla işyeri komşuluğu yapmıştı, onun bir başka özelliğinden bahsediyordu.

Kasabanın önemli zanaatkârlarındandı, marangozdu mobilyacıydı, bitmedi bir tane kamyon almıştı, onu tek bir şasesi, iskeleti kalacak şekilde soydu.

İskele camisinin karşısında mobilyacı dükkânı vardı, kardeşiyle birlikte çalışırlardı. O ufacık dükkânda ahşaptan otobüs kasası yaptı, parçaları dükkândan çok zor çıkarttılar, ama kamyonu otobüse çevirdi. Bak bunu çok kişi bilmez dedi.

Bir asra dayanan yaşam yorgunluğuna, kasaba’ sının geçmişine duyduğu özlem de eklenince, o günleri konuşmak onu hem hüzünlendiriyor hem de mutlu ediyordu.

Gülümsedi, sandalyesinde biraz doğruldu, aklına gelmişti.

Şimdi yanına bile yaklaştırmıyorlarmış, biz çoluk çocuk ailelilerimizle pikniğe giderdik. Akşamlara kadar eğlenirdik. Çaylar börekler….

Ne günlerdi dedi.

Tarihi mendirekten söz ediyordu. Kasabanın en önemli eğlence yerlerinden, piknik alanlarından birisiydi.

……………..

Artık evinden pek çıkmıyor. Zaman zaman evinin önündeki bahçesinde, bazen de terasından eskisinden pekte eser kalmayan kasabasını seyrederek vakit geçiriyor.

Çok büyüdü çok,

Aşağılara (Çarşıya) inenler, artık tanıdık bir kimseye denk gelmeden eve çıkıyoruz diyorlarmış.

Burası artık bizim kasabamız değil, lakin elden ne gelir der gibi uzaklara daldı gitti.

Nuri ÖZTÜRK / Kdz. Ereğli