Her şehrin bir ruhu (özgünlüğü) vardır. Ereğli’de de 1985’lere kadar bu ruh kısmen korunmuştu.

Şehrin ekonomisinin düzelmesi, insanların para sahibi olması, konut açığı arttıkça da bu ruh kaybolmaya başladı. İnşaat sektörü ile büyüme politikalarının öne çıkması, çimento fabrikalarının yapılması tüm Ülkede de bu ruhun kaybolmasına yol açtı.

Çarpık kentleşme denilen söylemle karşı karşıya kaldık. Daracık sokaklar, iç içe binalar yapıldı vede yapılmaya devam ediliyor. Bugün en büyük sorunlardan biri otopark iken bu gözardı edilip binalar büyütülüyor, araçlar sokağa park ediliyor. Milyonlarca liralık evde otururken milyon liralık araçları sokağa park etmek, yolları daraltıp trafiği sıkıştırmak olağan yada hak gibi görülüyor. Bu, trafikte kaos, ses, hava kirliliğine dolayısıyla ruhsal ve kimyasal zehirlenmeye ve psikolojik çöküntüye neden oluyor.

Sokakların kişilere değil her vatandaşa hizmet edeceği gözardı ediliyor.

Binalar içiçe yapılıp olduğunca RANT elde etmek için her çareye başvuruluyor ve kamu yararı unutuluyor. Bunun için de her yol deneniyor.

Bir bina inşa edilirken mimar, inşaat, elektrik, makine, çevre, jeoloji, meteoroloji mühendisleri, şehir planlamacısı hatta zeolog, bioloğun yer alması gerekirken bir proje birkaç imza ile bağlanıyor. Şehir planlamacıları ve diğer branşlar sürekli ötelendiklerinden, değerleri gözardı edildiğinden çarpık şehirlerle karşı karşıya kalıyoruz.

Dış cephe mimarisi bilinmediğinden görsel kirlilik, rengarenk boyama ile sorun daha da artıyor yada çarpıklaşıyor.

Betona dayanan belediyecilik de bu çöküntüyü hızlandırıyor.

Bir diğer rant ve çöküntü nedeni; şehir yakınındaki köyleri belediyeye geçirip tarım arazilerini ranta açmak. Bu ise birkaç şekilde çöküntüye neden oluyor. İnsanlar tarımdan uzaklaşıyor, şehre göçüp vasıfsız işçi/eleman oluyorlar. İkincisi; tarım toprakları kayboluyor ki yerine konması imkansız. Üçüncü olarak; bu araziler köylüden ucuza kapatılıp insanlar perişan ediliyor, gelecekleri ellerinden alınmış oluyor. Dördüncü olarak da şehrin etrafındaki yeşil doku kayboluyor. Daha fazlası da var…..

Alınan veya yaşanan konut, işyerleri yaşamımızı, işimizi kolaylaştıracak iken ufak, karanlık içiçe bakan binalar oluyor.

Yapılan bilimsel çalışmalar insanların gün ışığı ve yeşil gören alanlarda, yumuşak konturlu binalarda daha huzurlu ve daha iyi iş çıkardıklarını gösteriyor. Düzensiz yapıların ortamları, insanları gerdiği, strese soktuğu, düzensiz trafiğin de stresi tetiklediği ortaya konulmuştur.

İnsanların doğal tercihleri, açık geniş alanlar, aydınlık, huzur bulacakları ortamlar iken bu olanak ranta kurban edilmektedir. Bir diğer en önemli gözardı edilen konu yapılan inşaatların o bölgede hava akımlarını, aydınlanmayı ve ısı dağılımını nasıl etkiyeceğidir. Meteoroloji mühendislerinin devre dışı tutulması ile bu konu gözlerden kaçmaktadır veya kaçırılmaktadır.

Şehrimizde Aycity’nin yapılması ile hava akımlarının nasıl değiştiği, ısı farklarının nasıl oluştuğuna bizzat şahit olduk. Görülmüştür ki bir arsaya yüksek bina yapmak kentin gelişimine değil ranta neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde gökdelenler göremezsiniz, yeşil alanlar ve orijinal doku korunmuştur. Doğa ve fiziksel yapısı da korunmuştur.

Yeni ucube ise sahile dolgu yapılıp üzerine inşaat yapılması ki yapılması düşünülen inşaat 4-5 katlı apartman yüksekliğinde olacağından şehrin iklimini nasıl etkileyeceği, diğerleri gibi ben yapıyorum yaparım mantığı ile ileri sürülmektedir. Daha önce de dolgu alanının deniz ekolojisini, limanı, hayatını denizden kazanan denizle içiçe yaşayan insanları nasıl olumsuz etkileyeceğini yazmıştım. Bu tür binalar görsel kirlilik yapmakta, uzaktan bakınca şehrin bir düzenden yoksun olduğunu ortaya koymaktadır.

Bunu önlemenin yolu; şehir planlamacıları, çevre mühendisleri ve diğer branşlar bu konuları öne çıkarıp meteoroloji mühendisleri açısından da incelenmesini istemeleri, baskı grubu oluşturmaları gerekir. Yoksa diplomalar duvarlarda süs ve kağıt parçası olmaktan öteye gitmeyecektir.

Bir diğer konu; aksaklıklar, hatalar ortaya çıktıkça çevreciler veya ilgili STK’lar ne yapıyor neden karşı çıkmıyor söylemidir. Bu hata ve aksaklıkları çevreciler mi yapıyor, göz yumuyor?!.. Bunlara göz yuman bizlerin, ilgililerin sessiz kalmasıdır. Çevrecileri, STK’ları suçlamak işin kolayına kaçmaktır. Bu konuda yetkin insanların suskunluğu çöküntüyü fark eden bir grup insanın ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Eğer yapılan işler doğru, bilimsel yetkin insanlarla yapılsa bugün bunları konuşmaz ve bunlarla uğraşmazdık.

Belki de çöküntü istenmekte/yaratılmakta ve bizler bunlarla meşgul olup bu çöküntüye destek vermekte, rant artışına neden olmaktayız.

Bütün bunların içinde bir de özgür olduğumuzu düşünüyoruz.

Ereğli neden çöküyor?; İç içe yapılan binalar, otopark alanları, yanlış iklimlendirme, yeşil alanlar, sosyal tesislerden, görsellikten uzak bir şehirleşme, en önemlisi; rant, para kazanma hırsı ile olabilir mi? Acaba Ereğli PUZZLE gibi görünüp yap boz oyunu mu oynanıyor?..

Siz karar verin………